ÖLÜMÜN HAKİKATİ
Çok insanlar, ölüm hakkında büyük yanılgılara düşmüşlerdir.
Bazı insanlar, öldükten sonra yen bir hayatın varlığına inanmamışlar, ahiretin varlığını bile kabullenmek istememişlerdir. İnsan ölümünün, hayvanların ölmesi,bitkilerin kuruması şeklinde olduğu zannına düştüler Tabii ki, bu büyük yanılgı, Allah’a imanı olmayan bu münafık ve Kâfirleri nihayetsiz bir pişmanlık ve azap çekecekleri sona sürükledi.
Bazı insanlar, kıyamet varlığını kabullenmekle birlikte, kabir azabı veya mükafatı diye bir şey olmayacağını sandılar.
Bazı insanlara gelince, onlar da her nekadar ruhun baki olup ölümle yok olmayacağına inandılarsa da, ceza veya mükafatın cesede değil de, sadece ruha olacağını, cesedin hiçbir şekilde dirilip haşr olmayacağını sandılar.
(Oysa, cezayı çeken veya mükafata nail olan yalnız ruh değil, cesettir de aynı zamanda. Ceset ve ruh birbirinden ayrılmaz bir bütün oluştururlar.)
Kuşkusuz bütün bu düşünceler, görüşler, gerçekle ilgili olmayan batıl görüş ve fikirlerdir. Sağlam kaynakların gösterdiği, ayet ve hadislerin haber verdiği gerçek, ölümün sadece bir yer değiştirmekten ibaret olup, cesetten ayrılan ruhun ya azab veya nimet içinde olmak üzere baki kalmasıdır.
Ruhun bedenden ayrılması ile bedenin kullanılmaz hale gelmesi demektir.
Azalar, ruhun aletleridir. Ruh, göz ile görür, kulakla işitir, kalp ile anlar ve diğer azaları istediği işlerde kullanır. Fakat ruh, bedenden ayrılınca, bütün bu azalar işlemez hale gelir. Aslında burada kalp, ruhdan ibarettir. Kendisi için birer alet olan azaları olmaksızında ruh her şeyi anlar. Bunun için çeşitli üzüntü ve zevk veren şeylerle karş ılaşır. Kısacası, ruhun vasfı olan her şey, ruh bedenden ayrıldıktan sonra da devam eder. Fakat bedenin vasıfları olan şeyler, ruh bedenden ayrıldıktan sonra işlemezler. Ancak ruh, cesede döndükten sonra çalışmaya başlar.
Ruhun azalar üzerinde yetki sahibi olması gerçek olmaktan çıktığı zaman, bu bilgi, idrak, üzüntü ve sevinç gibi haller ile zevk ve kederi kabul etme halleri kendisinden geçmez. Gerçekte insan, keder ve zevkleri anlayan manadır. Mana ise, gelip geçici değildir. Ölmez, ebedidir. Ölümün manası, ruhun bedenden ayrılıp bedenin sahibi olma yetkisini kaybetmesidir.
Kötürümlükte olduğu gibi, bedenin ruha itaat etmemesi demektir.
İnsanın hakikati ruhudur. Bu değişikliği iki yönden incelemek mümkündür:
I) Birinci değişiklik, insanın göz, kulak, dil, ayak, el gibi azalarının ve aile, çocuk, dost ve ahbapları ile mal ve servetinin kendisinden ayrılması demektir. Zaten insanın bunlardan ayrılması ile bunların insandan ayrılması arasında bir fark y oktur. Çünkü her iki şekilde de üzüntü, hasret birdir. Şu halde ölüm, insanın bir yer değiştirmesi, yani başka bir âleme intikal etmesi ile buradaki varlıklardan ayrılması demektir. Dünya zevk aldığı, arzu ettiği şeyler var ise, ölümü ile birlikte onlardan ayrıldığı için üzülür, onların hasretini çeker. Fakat dünya âleminde sadece Allah ile dost olup yalnız Allah ‘ın zikirden zevk alırsa, ölümü ile bir hasretlik çekmez. Bilakis sevinci çoğalıp saadeti kemale erdiği gibi, kavuşma hasreti ile yanıp tutuştuğu sevgilisi Yüce Rabbi arasındaki tüm engellerde kalkmış olur. İşte ölüm ile hayat arasındaki ayrılığın sebebi budur.
II) İkinci değiş iklik, uykuda görmediklerini uyanık halde iken gördüğü gibi,hayatta iken görmediklerini ölümde kendisine gösterirler. “As lında insanlar hayatta iken uykudadırlar. Öldükten vakit, uyanırlar.” denilmiştir. Öldükten sonra ilk keşfedilen şey, iyilik ve kötülüklerinden insanın kendisine kar ve zarar veren şeylerdir. Çünkü bunlar,kalbinin gizliliğinde dürülmüş olan kitabında yazılı idiler. ancak dünyanın meş galeleri, onları bilmesine engel oluyorlardı. Dünya meşgaleleri ortadan kalkınca, bütün yapmış olduğu iyi – kötü amelleri kendisine açıklanır. Günahına baktığı zaman, onun üzüntüsü kendisine öyle
tesir eder ki, bu üzüntüden kurtulmak için cehenneme atılmayı bile göze alır. O vakit kendisine:
“Bugün sana karşı, iyi hesap görücü olarak kendi nefsin yeter.” (İs râ Sûres i, ayet: 14) denilir.
Bütün bunlar, can bedenden ayrılır ayrılmaz, daha mezara girmeden keşfedilir. Dünyaya bağlandığı şeyler için, hasret çeker, bu hasret ateşi ile yanar. Bunun yanında ahiret için hazırladığı azığı için üzülmez. Çünkü ahiret için azık alan, gayesine ulaştığı vakit zaten buna sevinir. Bu, dünyalıktan ancak zaruri ihtiyacını alıp ondan da gönüllerini doyurmak için zaruretten kurtulmak isteyenler içindir ki, istediği de olmuştur.
İşte bu kimsenin durumu, elem ve azabın büyük bir çeşididir ki, bu azab ve keder daha mezara konmadan ölümü ile başlar. Mezara konduğu zaman, başka bir azabı tatbik için, bir çeşit o azabı tadacak şekilde, ruh tekrar bedene döner. Tabii, affedilenler de olur. Dünyaya bağlanıp dünyanın zevk ve eğlencelerine dalan kimseler; hükümdarın müsamahakar davranacağını, ya da farkında olmayacağını sanarak hükümdarın evinde bulunmadığı bir zamanda, hükümdarın malına ve evine sahip çıktığında ani olarak yakalanıp bütün suç ve kötülüklerinin yazılı olduğu bir defterle hükümdarın karşısına çıkması gibidir. Bu durumda hükümdar, hiddetli ve öfkeli bir durumda, iltimas kabul etmez olduğu halde, yaptıklarının cezasını ona çektirmeye hazırlanmaktadır. Henüz hükümdarın bir ceza tatbikatına girişmeden önce, o kimsenin içinde bulunduğu durumu bir düşünün. Nasıl korku, pişmanlık, utanç, rezalet ve üzüntü içindedir. Bütün bu durumlar kendisini kaplamış olduğu halde o kimse, kendisi için mukadder olan akıbetini düşünmektedir.
İşte, daha mezarında azaba çektirilmeden önce, ölür ölmez, dünyaya aldanıp dünyanın zevk ve eğlenceleri içinde bir ömür sürdüren facirin durumu da buna benzer. Korku, pişmanlık, hasret , utanç kendisini sardığı halde acı akıbetini beklemekte olan bu kimseler gibi, Hz. Allah bizi o gizli kötülüklerin ortaya çıktığı, rezil ev kepazeliğin yükü altında pişmanlığın sardığı o günün dehşetinden korusun. Kuşkusuz, gizli kötülüklerin yüzümüze vurulduğu o gün, rezil ve kepaze olmak; dayak yemekten ,azalarımızın kesilmesinden çok daha kötüdür. Bizi bekleyen acı akıbet bir yana…
Bütün bunlar, ölüm anındaki ölümün durumuna işarettir. Hepsi ölümün, birer hakikatidir. Bu hakikatleri ancak basiret sahibi olan kimseler görebilirler. Ölümün yüzünden tamamen perdeyi kaldırıp içyüzünü açıklamak, mümkün değildir. Çünkü hayatı bilmeyen, ölümü nasıl bilsin?
Hayatı bilmek, ruhun hakikatini bilmek ve kendi mahiyetini anlamakla mümkündür. Fakat ruh hakkında konuşmak sevgili Peygamber Efendimize izin verilmemiştir. Ancak: “Ruh, Rabbimin emrindedir.” diye buyurmakla yetinmesi istenmiştir. İslam âlimlerinin de bu konuda konuşma yeteneği ve müsaadesi yoktur. Bunun için, ruhun mahiyeti ancak öldükten sonra anlaşılır. Ölüm, ruhun ve ruh anlayışının yoklu ğundan ibaret değildir. Buna birçok ayet ve hadisler delalet etmektedir.
Hz. Allah, şehitler hakkında bir ayet -i celilede şöyle buyurmaktadır.
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayınız. Onlar, Rablerinin yanında diridirler. Hepsi de sevinç içinde rızıklanırlar.“
(Ali İmran Sûres i, ayet : 169)
Kureyş ‘in ileri gelenleri Bedir savaşında öldükleri vakit , Resulullah Efendimiz onları isimleri ile çağırarak:
“Ey falan, ey falan, ey falan, ben gerçek olarak Rabbimin bana olan vaadini hakkıyla buldum. Siz de Rabbinizin size olan vaadini (azabını) gerçek buldunuz mu?” diye buyurdular.
Sevgili Peygamber Efendimiz, kendisine: “Ölüleremi ses leniyorsun? Onlar, bunu nereden duyacaklar?” diyenlere şöyle cevap buyurdu:
“Onlar, bu sözleri sizden daha iyi duyarlar. Ancak cevap vermeye muktedir değillerdir.”
Yukarıdaki ayet -i celilede, iyilerin ruhlarının yaşadığına kesin bir delil olduğu gibi, sevgili Peygamberimizin bu hadis -i şerifi kötülerin de ruhlarının yaşadığına kesin bir delildir. Zaten insanlar ya mü’mindir, ya da Kâfir-münafıktır. Her iki durumda da ruhları yaşar.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Mezar, ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.“
Bu, ceza ve mükafatın sonraya kalmadığını, ölüm anında kendini gösterdiğini ve ölmenin sadece bir yer değiştirmekten ibaret olduğunu açıkça belirtmektedir.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Ölüm, kıyamettir. Ölmüş olanın kıyameti kopmuş demektir.“
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Sizden biriniz öldüğü vakit , varacağı yeri (cennet veya cehennem) kendisine sabah ve akşam gösterilir. Eğer cennetlik ise cennetteki yeri, cehennemlik ise, cehennemdeki yeri gösterilir. Ve: “İşte kıyamet günü dirilip gideceğin yer burasıdır.” denir.”
Ebû Kays diyor ki:
– Alkame ile birlikte bir cenazede bulunuyorduk. Alkame bana dönüp: ” İşte bu adamın kıyameti kopmuştur.” dedi.
Hz. Ali diyor ki:
– Cennetlik veya cehennemlik olduğunu bilmeden hiçbir kimse dünyadan ayrılamaz.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Garip olarak ölen şehit olur, kabir azabından emin olur. Rızkını alır ve cennetteki rızkının rüzgarı kendisine estirilir, kokusunu alır.“
Meşruk diyor ki:
– Kabir azabından, dünya sıkıntısından ve Allah’ın azabından emin olan kimseye gıpta ettiğim kadar hiçbir şeye gıpta etmem.
Yahya bin Velid diyor ki:
– Bir gün Ebû Derda ile birlikte geziniyorduk. Kendisine:
“Dostların hakkında en çok neyi seversin?” diye sordum.
O bana dedi ki:
“Dostlarım hakkında en çok sevdiğim şey, onların ölmesidir.“
Ona tekrar sordum:
“Peki ya ölmezlerse, o vakit onlar için neyi seversin?“
O bana dedi ki:
“Ölmedikleri takdirde, onlar için mal ve evlatlarının az olmasını isterim.
Çünkü mal ve evlat, fitneye sebep olur. Aynı zamanda dünyaya bağlanmaya da sebeptir. Oysa ölüm anında bunlardan ayrılmak zorunluğu vardır. Bu yüzden gözlerimin arkada kalmalarını istemem.“
Zevklerin en üstünü, Allah yolunda ölen şehitler içindir. Çünkü onların savaşmaları, dünyadan tamamen ilgilerini kesip Allah’a kavuşmaları ve Allah yolunda öldürülmeye rıza gös termelerinden dolayıdır. Onlar, ahiretlerini elde etmek için, dünyalarını sattılar. Dünyasını satan kimsenin gözü, sattığında değil aldığındadır. Ahirete baktığı zaman, onu aşk ve arzu ile satın aldığını görür. Ayrıldığı şeye (dünyaya) arzusu az, fakat satın aldığı şeye (ahirete) karşı arzusu çoktur. Bazı hallerde kalp, sadece Allah sevgisi ile doludur. İşte, kalbi sadece Allah sevgisi ile dolu olduğu halde, Allah uğrunda savaşıp şehitlik mertebesine ulaşmayı, Allah’a kavuşmayı isteyen bir kimse, o anda ölmeyebilir de… O zaman, yalnız Allah sevgisi ile dolu olan kalbin durumu değişebilir. Fakat savaş , ölüm sebebi olduğuna göre, bu esnada kalp tam anlamı ile Allah’a yöneldiği ve her şeyi terkedip ilgiyi kestiği anda da şehit olunur. Bu halde olan ölüm, en büyük nimettir.
Çünkü insanoğlunun arzu ettiği her şeye, bu nimeti elde etmekle kavuşulabilir.
Hz. Allah bu hususta şöyle buyuruyor:
” istedikleri her şey, onlar içindir.” (Nahl Sûres i, ayet : 57)
Bu, cennet zevklerini bir araya toplayan, en kapsamlı bir ibaredir.
En büyük azapda, insanı en çok arzu ettiği şeyden uzaklaştırmaktır.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“Kendileri ile arzu ettikleri şeyler arasına bir set çekilmiştir.” Bu da, cehennemliklerin azabının en kapsamlı bir ifadesidir.
Cabir’in babası, Bedir Savaşında şehit düşenler arasında idi. Sevgili
Peygamber Efendimiz, Cabire hitaben şöyle buyurdular:
“Ey Cabir! Sana müjde olsun ki, Allah-ü Teâlâ, babanı diriltip manevi huzuruna aldı. Ve: “Benden ne istersen dile, sana vereyim.” dedi. Baban da: “Yâ Rab! Sana hakkıyla kulluk edemedim. Senden bütün istediğim, beni bir kez daha dünyaya göndermendir ki, Senin rızan için sevgili habibinin (Muhammed’in) önünde tekrar şehit olayım.” dedi. Bunun üzerine Allah-ü Teâlâ ona şöyle buyurdu: “Benim ilmimde, senin bir daha geri dönmen imkansızdır.“
Ka’bül Ahbar diyor ki:
– Cennette ağlayan bir adam bulundu. “Cennette olduğun halde böyle ağlamanın sebebi nedir?” diye kendisine soruldu. O: “Ben, Allah uğrunda bir kez şehit oldum. Oysa, dünyaya dönüp birkaç kez daha Allah uğrunda şehit olmak istiyorum. Bunun için ağlıyorum.” dedi.
Dünya, mü’min için bir zindandır. Mü’min ecel şerbetini içer içmez, Allah’ın fazlı ile, kendisine dünyanın bir zindan olduğu bildirilir. Bu, karanlık bir evde hapsedilip de kapısı geniş , aydınlık, yeşillikli bir bahçeye açılan bir insanın durumuna benzer.
Aydınlık, yeşilliklerle, meyve ağaçları ile donatılmış , kuşların ötüş tüğü bir bahçeyi gören insan, bir daha o karanlık eve girebilirmi ders iniz?
Sevgili Peygamber Efendimiz, buna misal getirerek, ölen bir kişi hakkında şöyle buyurdu.
“Bu adam dünyadan göç etti. Dünyayı ehline terketti. Eğer bu adam, dünyadan ayrılışına memnun ise, sizden herhangi biriniz tekrar ana rahmine dönmek istemediği gibi, o da dünyaya dönmek istemez.”
Yani dünyaya nazaran ahiretin, ana rahmine nispetle dünya gibi olduğunu belirtmek istemişlerdir.
Bir adamın öldüğünü haber verdiklerinde, sevgili Peygamber Efendimiz:
“O kimse, ya istirahattedir, ya da dünyadakiler ondan yana istirahattedirler.” diye buyurdular.
Yani; iyi insan ise, istirahat etti. Yok kötü insan ise, o vakit millet , o kimsenin şerrinden kurtuldu.
Amr bin Dinar diyor ki:
“Ölmüş olan herkes , hayatta kalanların ne yaptıklarını bilir, hatta kendisini kefenlediklerini bile bilir ve onlara bakar.”
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Dünyaya nazaran sineğin dünya boşluğunda dolaştığı bir boşluk kadar zaman kalmıştır. Ölmüş olan kardeşleriniz hakkında sizi Allah’a havale ederim. Çünkü sizin yaptığınız her şey, onlara bir bir arz olunur.”
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Kötü işlerinizle ölülerinizi rezil etmeyin. Çünkü sizin amelleriniz, onlara arzolunmaktadır.“
Bu yüzden Ebû Derda, ölmüş olan dayısı için Yüce Allah’a şöyle niyaz ederdi:
“Allah’ım! Abdullah bin Revaha’n ın karşısında rezil olacağım bir kusur işlemekten sana sığınırım.“
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Ölü kendisini yıkayanı, taşıyanı ve mezara indireni bilir.“
Salih-i Merî diyor ki:
“Ölüm anında, ruhların buluştuğunu duydum. Eski ruhlar, yeni gelen ruha: “Sen neredesin? İyi yerde misin, yoksa kötü yerdemisin?” diye sorarlar.”
Ubeyd bin Ümeyr diyor ki:
– Mezardakiler, Yeni bir ölü geldiği vakit, ondan çeşitli haberler sorarlar.
Örneğin: “Falanca’nın durumu nasıldır?” gibilerden. Yeni gelen ölü de:
“Haberiniz yok mu? O çoktan öldü. Demek size gelmedi.” der. Bunun üzerine onlar: ” İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” (Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz). Muhakkak başka tarafa gitmiştir.” derler.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Bir mü’minin ruhu bedeninden ayrıldığı zaman, Allah’ın rahmetine mazhar olmuş olan diğer mü’min kulların ruhları adeta önden gelen bir müjdeci gibi, onu karşılarlar. Bir kısmı: “Bırakın, kardeşiniz nefes alsın. Çünkü büyük zorluklardan henüz yeni kurtulmuştur.” derler. Ve: “Falanca kimse ne yapıyor? Falanca kız evlendi mi?” diye haberler sorarlar. Daha önce ölmüş olan bir adamdan haber sorduklarında: “O, benden önce öldü.” der. Bunun üzerine onlar: “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. O, haviye’yi
(cehennem ateşini) boylamıştır.” derler.”
Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam Gazali
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder