Iskat-ı Salat ve Devir
İslam fıkhına aykırı olmayan ve selim akıl sahibi olan kimselerin müstahsen bulduğu davranışlara örf denilmiştir. Örf ve adette esas olan şer’an ve aklen müstahsen olmasıdır. (1)
Buna sahih örf denilir. İslam fıkhına uygun olmayan örf ve adetler fasid hükmündedir. Bunların delil olarak kabul edilmesi mümkün değildir. (2)
Bu tesbitten sonra meseleye geçebiliriz. Hanefi fukahasından Alauddin El Haskafi: “-Bir kimse üzerinde kazaya kalmış namazlar olduğu halde ölür de keffaret verilmesini vasiyet ederse fıtra’da olduğu gibi her namaz için bir azabtan yarım sa’ verilir. Vitir namazı ile orucun hükmü de böyledir. Keffaret malının ancak üçtü birinden verilir” demiştir.
İbn-i Abidin bu metni şerhederken: “- Sonra bilmelisin ki ölen kimse oruç fidyesini vasiyet ederse kat’i surette caiz olduğuna hükmedilir. Çünkü nassan delili vardır.
Vasiyet etmez ise mirasçıları kendiliğinden verdiği takdirde; İmam-ı Muhammed “Ez Ziyadat” nam eserinde “İnşa-Allah kafi gelir” demiş kafi gelmeyi ALLAH (Celle celaluhu)’ın dilemesine bağlamıştır. Zira bu hususta nass yoktur. Keza namaz fidyesini vasiyyet ederse yine ALLAH (Celle celaluhu)’ın dilemesine bağlamıştır.
Çünkü ulemamız namazı itiyaden oruç’a kıyas etmiştir. Oruç hakkındaki nassın acz ile ta’lil edilmiş olması ihtimali vardır. Böyle olunca illet namaza da şamildir. Acz ile ta’lil edilmemiş ise verilen fidye başlı-başına hayır olur. Ve günahları gidermeye yarar. Binaenaleyh kendisinde bir şüphe var demektir” (3) şeklinde izah etmiştir.
Feteva-ı Hindiyye’de: “- Bir kimse eğer vasiyet etmez ise bu durumda bazı varislerin teberruları caiz olur. Bu varisler her vakit namaz için yarım sa’ buğdayı niyet ederek verirler” (4) hükmü kayıtlıdır.
Vefat eden kimsenin kaza namazları mevcut ancak hiçbir malı yoksa ne yapılacaktır? İşte halk arasında “Devir” denilen olay bu sualin içerisinde gizlidir. Denilmiştir ki; bir kimseden ödünç alınır ve bir fakire: “-Filana vekaleten bu meblağı o’nun şu kadar namazının fidyesi olarak sana veriyorum” denir. Bu fakir kimse aldıktan sonra: “-Bunu aldım ve kabul ettim. Geri bağışlıyorum” der ve bu alıp-verme işlemi ıskat bitinceye kadar tekrarlanır. Sonunda da bu miktar fakire sadaka olarak bırakılır. (5)
Ancak ıskat-ı salat ve devir hususunda kat’i nass bulunmadığı için; üzerinde kaza namazı bulunan kimsenin vasiyet etmesi esas alınmıştır.
Geçirilmiş namazların oruç fidyesine kıyas edilmesi usule uygun değildir. Bu sebeble bazı alimler; Iskat-ı salat ve deviri “miskinlere ve fakirlere faydası olan” bir örf şeklinde değerlendirmişlerdir. Nitekim İbn-i Abidin ”namaz bahsinin” girişinde; oruç ibadetindeki fidyenin nass ile sabit olduğunu aynı durumun namazda bulunmadığını izah ettikten sonra: “Onun için İmam-ı Muhammed “Ona yeter İnşa-ALLAH” demiştir. Bunu kıyas yolu ile söylemiş olsa İnşa-ALLAH deyip ALLAH (Celle celaluhu)’nın dilemesine havale etmezdi. Nitekim kıyasla sabit olan hükümlerde usul budur” (6) diyerek konuya açıklık getirmiştir.
Dikkat edilirse Pir-i fani’nin (ihtiyar olan kimsenin) oruç için fidye vermesi acz sebebi ile tutamamasının bir bedelidir.
Eğer acizlik kat’i bir illet ise ancak acz sebebiyle kazaya kalan namazların fidyesi sözkonusu olabilir. Kasden namazı terkeden kimselerin durumu çok farklıdır. Zira kasden terk fiilinde; namazın farziyetine inanıp-inanmadığı da meçhuldür.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:
Bir mü’min; meşru herhangi bir özür veya acz sebebiyle namazını kazaya bırakmış ise mutlaka vasiyet etmelidir. Zira vasiyet ettiği fidye; namazın bedeli olmasa dahi fakirler için bir sadaka-i cariye olur.
Şunu da hemen belirtelim ki; kasden namazı terkeden ve ölümünden sonra “Iskat-ı Salat” ile bundan kurtulacaklarını zannedenler yanılmaktadırlar.
Zira ulema acz sebebi ile kazaya bırakılan namazların dahi fidye ile ödenemeyeceğini belirtmiş ve “İnşa-ALLAH” demek suretiyle sadece hayrı esas almışlardır.
Meselenin özü budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder