19 Nisan 2015 Pazar

Zencefil Bal Limon

Hiç yorum yok:


Bildigimiz gibi doğadaki bitkiler birer doğal ilaç olarak kullanılıyor.Özellikle bitki çiçeklerindeki özleri toplayan arılar balın doğal bi eczane olmasına vesile oluyorlar Zencefil ve bal, soğuk algınlığının doğal ilacı Kışın soğuk günlerinde sıkça yakalandığımız soğuk algınlığı, nezle, Grip gibi rahatsızlıkları en iyi tedavi eden doğal ürünlerden biri zencefildir. Binlerce yıldır Çin, Hindistan ve diğer Asya ülkelerinde, birçok hastalığın tedavisinde kullanılan bu baharat, aynı zamanda soframızda güzel bir lezzet kaynağıdır. Zencefili hangi hastalıklarda, nasıl kullanabiliriz? Soğuk algınlığı, grip gibi hastalıklarda birTatlı kaşığı toz zencefil bir tatlı kaşığı bal ile karıştırıp Macun yapılarak yenildiği zaman insanın içini ısıtarak bronşlarını açar ve temizler. Balgamı söktürür, öksürüğü keser. Zencefil aynı zamanda doğal aspirindir; kanı sulandırır, damarları açar, pıhtılaşmayı önler. 

İyi bir zihin açıcıdır, hafızayı güçlendirir. Zencefil yeni projeler üretmek isteyen insanların ilacıdır, beyni canlandırır. İlaçların mide ve bağırsaklara yaptığı yan etkiyi yok eder. İyi bir bulantı ilacıdır. Ameliyatlardan sonraki anesteziden kaynaklanan bulantılar, deniz ve araba tutmasındaki bulantılarda etkilidir. 

Zencefilin doğum sonrasında annenin emzirme döneminde, anne sütünü artırıcı ve bağışıklık sistemini güçlendirici etkisi vardır. Sindirim sistemini düzenler, hızlandırır, enerji verir. Zencefil, İngiltere’de besin takviyesi olarak kabul edilmiştir. Kışın salepin üzerine tarçın yerine zencefil serperek içilmesi yorgunluğu alır, sinir sistemini düzeltir. Taze zencefil kökünden yapılan turşu sofralara güzel bir çeşni olmanın yanında sindirime faydalı bir takviye olur. Zencefil, asırlar boyu iyi bir besin ve ilaç olarak güvenle kullanılmıştır. 

İnsanlar üzerinde yapılan deneylerde zencefilin hiçbir yan etkisine rastlanmamıştır. Zencefil aynı zamanda çok güçlü doğal bir Romatizmailacıdır. Bal ve toz zencefil karışımından hazırlanan macun, günde üç tatlı kaşığı yenildiğinde bel ve bacak ağrılarına, romatizmaya bire birdir. Çinliler yüz yıllardır romatizmayı zencefil ile tedavi etmektedir. Faydalarını saymakla bitiremeyeceğimiz zencefil hakkında Alman bir uzman şöyle der: “Bir kızım olsaydı adını mutlaka zencefil koyardım.” 

Bir küçük kavanoz bal 3 tatlı kaşığı zencefil (toz zencefil olacak) Yarım limon Bu üç malzeme karıştıralacak ve sabah akşam birer tatlı kaşığı yenilecek. Zencefilin o mükemmel nefes açıcı özelliği ve balın müthiş mucizesi birleşince öksürükten çok çabuk kurtulmamız da mümkün. Ayrıca yine nane,limon ve ıhlamuru kaynatıp içtiğiniz taktirde de en azından öksürüğe bir de gribin eklenmesini de engellemiş olursunuz. Soğuk kış günlerinde evinizden özellikle zencefil ve balı eksik etmemenizi tavsiye ederek herkese sağlıklı günler diliyoruz.
öksürüğe karşı birebirdir. benim diyen öksürük şurubuna taş çıkaran mucizevi karışımdır  alıntı  uludagsozluk


Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu: "Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabirler size âhireti hatırlatır."(Sünen-i İbn-i Mâce) " KABİRLERİ ZİYARET EDİNİZ... " Kabir, insanın dünya ile âhiret arasında meskeni, kıyâmete kadar durağıdır. Bu bakımdan kabirlerin muhafazasına çalışmalıyız. Zaman zaman da kabirleri ziyârete gitmeliyiz. Salih kimselerin kabirleri teberrük için ziyaret edilir. Uzak bir yerde bulunmuş olsalar dahi, bu yolculuğa katlanmak mendubdur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Kabirleri ziyâret ediniz. Çünkü onlar size âhireti hatırlatır." buyurmaktadır. (Sünen-i İbn-i Mâce) Kabirleri ziyaret edip ibret almalı, vaktiyle hayatta olan birçok kimselerin topraklar içinde kalmış olduğunu görmeli, Ahiret âlemini düşünmelidir. Üç beş günlük dünya hayatı için birtakım günahları işlememeli, hakiki istikbâli düşünerek gaşet içinde yaşamaktan kurtulmalıdır. Dinimizde kabirleri ziyâretin usûlü, âdâbı vardır. Kabirleri çiğnemeksizin mezara yanaşmalı, selam vermeli; Fâtiha, İhlâs, Yâsin-i Şerîf sûrelerini ve salavât-ı şerîfe okuyup ruhlarına hediye etmelidir. Diğer Müslümanlar için de okuyup bağışladıktan sonra kendisinin de âkıbetinin bu hale geleceğini hatırlayarak mahzûn mahzûn çekilip dönmelidir. Kabristanda gülmek, yemek içmek, lüzumsuz laflar etmek Müslümana yakışmaz. MUTFAĞIMIZ:.................. SEBZELİ CİĞERLİ PİLAV (5 kişilik) Malzemeler: 2 su bardağı pirinç, 100 gr. kuzu ciğeri, 25 gr. çam fıstığı, 1'er tane soğan, yeşilbiber, havuç, 10 gr. kuş üzümü, 1 çay kaşığı karabiber, 3 çorba kaşığı tereyağı, yarım çay bardağı sıvı yağ, yarım bağ maydanoz. Hazırlanışı: Ciğer haşlandıktan sonra küçük küçük doğranır. Pilav yapılacak tavaya tereyağı ve zeytinyağı konulur, fıstık sararıncaya kadar kavrulur, dört köşe doğranmış havuçlar ve ardından ciğer kavrulur, pirinç ilave edilerek bir müddet daha kavrulur. Yemeklik doğranmış biber ve soğan ile karabiber ilave edilir biraz daha kavrulur. Tuz atılır, su konulur. Piştikten sonra dinlenmeye bırakılır. Sıcak suda ıslatılmış kuş üzümlerinin suyu süzülür, pilava karıştırılır ve üzerine maydanoz serpilir. 05 EKİM 2014 Pazar Fazilet Takvimi

Hiç yorum yok:




"Bir Müslüman kardeşini ziyaret eden kimse, ziyaret ettiği kimseden daha çok sevap kazanır." (Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu 's-Sağîr) RESÛLULLAH EFENDİMİZİN (S.A.V.) VEDÂ HUTBESİNDEN .Resûlullah (s.a.v.): "(Ey mü'minler!) Bu ay hangi aydır?" diye sordu. Biz: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dedik. Resûlullah (s.a.v.) sükût etti. Biz Resûlullah (s.a.v.) bu aya eski adından başka bir ad verecek sandık. Sonra: "Zilhicce (ayı) değil midir?" buyurdu. Biz: "Evet, Zilhiccedir!" dedik. Resûlullah (s.a.v.): "Bu içinde bulunduğumuz hangi beldedir?" buyurdu. Biz: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dedik. Resûlullah (s.a.v.)sustu. Öyle ki, biz Resûlullah (s.a.v.) Mekke'ye yeni ad verecek sandık. Sonra Resûlullah (s.a.v.): "Mekke şehri değil midir?" buyurdu. Biz: "Evet Mekke'dir!" dedik. Resûlullah (s.a.v.): "Bugün hangi gündür?" diye sordu. Biz: "Allah ve Resûlü bilir!" dedik. Yine Resûlullah sükût etti. Hattâ biz, bugüne eski adından başka bir ad verecek sandık. Resûlullah (s.a.v.): "Yevmü'n-nahr (kurban kesim günü) değil midir?" buyurdu. Biz: "Evet, yevmü'n-nahr'dir!" dedik. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Şu halde iyi biliniz ki, bu şehrinizde, bu beldenizde bu gününüzün haram olduğu gibi (birbirinizin) kanlarınız(ı dökmek), mallarınız(ı almak), namuslarınız da haramdır. Her türlü taarruzdan masûn(korunmuş)dur. Muhakkak ki siz, Rabb'inize kavuşacaksınız. O zaman bütün bu işlerden sorulacaksınız! Ey İnsanlar! Aklınızı başınıza toplayınız da benden sonra birbirinizin boynunu vuracak sûrette dalâlete, vahşete düşerek (câhiliyet devrine) dönmeyiniz! Ey İnsanlar! Bu nasîhatlerimi burada hazır bulunanlarınız, burada bulunmayanlarınıza teblîğ etsin! Olabilir ki, kendisine teblîğ olunan bâzı kimse, burada bulunup işiten bir kısım kimseden daha iyi anlayıp bellemiş olur!" Bundan sonra Resûlullah iki kere: "Teblîğ ettim mi?" buyurdu. Biz: "Evet, ettin!" dedik. Resûlullah (s.a.v.): "Şâhid ol yâ Rab!" dedikten sonra: "Burada hazır bulunanlar bulunmayanlara teblîğ etsin!" buyurdular. 06 EKİM 2014 Pazartesi Fazilet Takvimi

Hiç yorum yok:




"Ademoğlu, Kurban Bayramı günü Allah için (kurban keserek) kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapmış olamaz." (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî) KURBAN BAYRAMI GÜNÜ MÜSTEHAP OLAN ŞEYLER 1) Bayram sabahı erken kalkmak. 2) Misvak kullanmak. 3) Gusletmek. (Boy abdesti almak) 4) Güzel koku sürünmek. 5) Temiz ve helâl elbise giymek. 6) Kurban Bayramı'nda fecr-i sâdıkın doğmasından evvelki vakitten (imsaktan) bayram namazını kılıncaya kadar oruçlu gibi, orucu bozan şeylerden uzak durmak. 7) İlk yediği kurban eti olması için yemeği namazdan sonra yemek. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kurbanın ciğerini yerlerdi. 8) Mümkün ise namaza yürüyerek gitmek. 9) Namazdan sonra başka bir yoldan dönmek. 10) Neşeli olmak. 11) Çok sadaka vermek. 12) "Tekabbelallâhü minnâ ve minküm" (Allah bizden ve sizden kabul buyursun.) diyerek müslümanlara, akraba, komşu ve sevdiklerine duâ etmek ve onlarla musâfaha etmek. 13) Kurban Bayramı namazına giderken yolda sesli tekbir getirmek. KURBAN KESTİKTEN SONRA NE YAPILMALI? Kurban kesildikten sonra 2 rek'at teşekkür namazı kılınır. Fâtiha'dan sonra birinci rek'atte 1 Kevser Sûresi (İnnâ a'taynâ...), ikinci rek'atte 1 İhlâs Sûresi (Kul hüvallâhü ehad...) okunur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: "Kurbanınızı kestiğinizde elinizdeki bıçağı bırakın. Sonra iki rek'at namaz kılın. Müslümanlardan hangisi bu iki rek'at namazı kılar da Allâhü Teâlâ'dan bir şey isterse Allâhü Teâlâ o kimseye elbette istediği şeyi verir." "Yâ Rabbi! Bu koyun (sığır veya keçi) sendendir, sanadır ve rızan içindir. Lütfunla ve kereminle Halîl'in İbrâhim (a.s.) ve İsmâîl (a.s.)'dan ve Habîb'in Muhammed'den (s.a.v.) kabul ettiğin gibi fazlın, lütfun ve kereminle kabul et; yâ Ekrame'l-Ekramîn!.." diye duâ edilir, dînî ve dünyevî hâcetler istenir. 04 EKİM 2014 Cumartesi Fazilet Takvimi

Hiç yorum yok:




"İnsanların günahı en büyük olanı, Arafat'ta vakfede bulunup da Allâhü Teâlâ'nın günahlarını affetmediğini zanneden kimsedir." (İhyâu Ulûmiddîn) HACCA GİDEMEYEN MÜSLÜMAN NE YAPMALI? Hacca gidemeyen Müslüman, Arefe günü öğle ile ikindi arası, kendini Arafât'ta kabûl ederek Allah rızâsı için 2 rek'at namaz kılar. Her rek'atte; 1 Fâtiha-i şerîfe, 3 Kul yâ eyyühel-kâfirûn, 10 İhlâs-ı şerîf okur. Namaza şu niyetle başlanır: "Yâ Rabbi, bugün şu saatlerde Arafat'ta milyonlarca müslümanın 'Lebbeyk' diye ilticâ ettiği zamanda, âciz kulun orada bulunamadı. Bu kulunun rûhunu onlarla beraber kılıp, benim ilticâmı da onların ilticâsına ilhâk buyur. Orada afv-ı umûmîye mazhar kıldığın kullarına beni de ilhâk eyle!.." Allâhü Ekber. Namazdan sonra: * 70 İstiğfâr-ı şerîf, * 11 veya 70 adet, "Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü'l- mülkü ve lehü'l-hamdü yuhyî ve, yümît, ve hüve Hayyün lâ yemûtü biyedihi'l-hayr, ve hüve alâ külli şey'in kadîr" tevhîdini okur. * 3 veya 11 yâhut 70 kerre "Allâhü ekber, Allâhü ekber, Lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber, Allâhü ekber ve lillâhi'l-hamd" diyerek tekbir getirir. * 100 defa aşağıdaki tesbîhi okur: "Sübhânellezî fi's-semâi arşuhû, Sübhânellezî fi'l-ardı sültânühû, Sübhânellezî fi'l-ardı hukmühû, Sübhânellezî fi'l-cenneti rahmetühû, Sübhânellezî fi'l-kabri kazâühû, Sübhânellezî fi'l-kıyâmeti adlühû, Sübhânellezî fi'l-bahri sebîlühû, Sübhânellezî rafea's-semâe, Sübhânellezî beseta'l-arda, Sübhânellezî lâ melce'e ve lâ mence'e minhü illâ ileyh." Arefe günü öğleden sonra Hızır aleyhisselâm ile İlyâs aleyhisselâmın Arafât'ta buluştuklarında okudukları şu duâyı da -mümkünse- 100 defa okumalıdır: "Bismillâhi mâşâallâhü lâ yasrifü's-sûe illallâh, Bismillâhi mâşâallâhü lâ yesûku'l-hayra illallâh, Bismillâhi mâşâallâhü lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm." Bundan sonra duâ edilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat) 01 EKİM 2014 Çarşamba Fazilet Takvimi

Hiç yorum yok:




"Ümmetim yetmiş üç fırka olur. Benim ve Ashâbımın yolu üzere olan fırkadan başka hepsi cehenneme gider." (Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu's-Sâğîr) ÎTİKATTA VE AMELDE MEZHEB Erkek ve kadın her müslümanın îtikatta ve amelde mezhebini öğrenip bilmesi vâciptir. "İtikatta mezhebin hangisidir?" denirse, "Ehl-i sünnet ve cemâat mezhebidir." demelidir. Ehl-i sünnet ve cemâat demek, Resûlullâh'ın (s.a.v.) ashâbı ve cemâati (radıyallâhü anhüm) demektir. Onların her biri İslâm dininin nûrudur. Onların îtikâdı nasıl ise ben de o îtikad üzereyim, demelidir. İtikâdı, Ashâb-ı Kirâm'ın îtikâdına uygun olan müslümanlara Ehl-i Sünnet, Fırka-i Nâciye, Ehl-i Hak denir. Buna uymayanlara Ehl-i Bid'at, Fırak-ı Dâlle denir. Ehl-i sünnetin itikatta imâmı ikidir: Birisi İmâm Ebû Mansûr Mâtürîdî, diğeri İmâm Ebü'l-Hasen Eş'arî'dir. Hanefîlerin îtikatta imâmı İmâm Ebû Mansûr Mâturîdî'dir, Şâfiîlerin ise İmâm Ebü'l-Hasen Eş'arî Hazretleridir. Ehl-i sünnet ve cemâat mezhebi haktır, doğrudur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırkadan başkası cehennemliktir." buyurdular. "O hangi fırkadır?" diye sorulduğunda "Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır." buyurmuştur. "Amelde mezhebin hangisidir?" denirse, İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe mezhebindekiler "Hanefî mezhebi" demelidir. Şafiî, Hanbelî ve Malikî mezhebindekiler de mensûbu bulundukları mezhebi söylerler. Kur'ân-ı Kerîm'de ve Hadîs-i Şerîflerde farz, haram, helâl gibi hükümlerin bazısı açıktır, herkes anlar. Bazısı gizlidir, onları ancak müctehid olan âlimler anlar. Allâhü Teâlâ ictihâda ehil olan âlimlere çalışıp hükümler çıkarmalarını, Kur'ân-ı Kerîm ve Resûlullâh'ın sözü ve fiilleri ile ve Ashâb-ı Kirâm'ın icmâ'ı ile gizli olanları delillerle ve kıyâs ile meydâna çıkarıp anlatmalarını, bunlarla amel etmelerini ve müctehid olmayanlara öğretmelerini emretmiştir. Müctehid olmayanlar bu müctehidlerden birine uymak ve onları taklîd etmek ile emrolunmuşlardır. 10 EKİM 2014 Cuma Fazilet Takvimi

Hiç yorum yok:




"Bir kimsenin (din) kardeşine üç günden fazla dargın kalması helâl olmaz."(Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh) HÂCE UBEYDULLÂH EL-AHRÂR (K.S) Silsile-i Sâdât'ın on sekizinci halkası olan Hâce Ubeydullâh Ahrâr (k.s.) Hazretlerinin babası Hâce Muhammed, dedesi ise Hâce Şihâbüddîn'dir. Asıl ismi Nâsıruddîn Ubeydullâh Ahrâr Şâşî Semerkandî'dir. Hâce Hazretleri, 806 senesi Ramazân ayında (M.1404) Taşkend'in Bağistan köyünde doğdu. Şeyh Ömer Bağıstânî (k.s.) annesi tarafından dedesi olup neseb-i şerîfleri on altı vâsıta ile Abdullah b. Ömeru'l-Fâruk'a (r.anhümâ) ulaşır. Hâce Hazretleri doğdukdan sonra vâlideleri nifasından temizlenip gusledinceye kadar annesinin memesini kabul etmemiş, kırk gün süt emmemişlerdir. Hâce Ubeydullâh Hazretleri yirmi iki yaşında iken dayısı Hâce İbrâhîm onu ilim tahsili için Taşkend'den Semerkand'a gönderdi. İki sene Mâverâunnehir âlimlerinin meclislerinde ilim tahsil etti. Yirmi dört yaşında Herat'a gitti. Beş yıl kadar da Herat'taki büyük zâtların meclislerinde bulunduktan sonra yirmi dokuz yaşında vatanı Taşkend'e döndüler. Hâce Ubeydullâh Hazretleri (k.s.) tasavvufta Ya'kûb-i Çarhî (k.s.) Hazretlerinin terbiyesinde yetişmiştir. Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri (k.s.) devrin sultanlarının îtibar ettiği bir zattı. Sultanlara hep nasihatlerde bulunmuş, aralarında ihtilaf olan sultanlarla görüşüp birbirlerine karşı sevgi ve muhabbeti tesis etmişlerdir. Ubeydullâh Ahrâr Hazretleri, 895 (M. 1490) senesi, Rebîülevvel ayının son günlerinde Semerkand yakınlarındaki Kemânkerân'da vefat etmiş, na'ş-ı şerîfleri Sultan Ahmed Mirza tarafından Semerkand'a nakledilip defnedilmiştir. Ömrü 89 sene olduğu gibi âhir ömründeki hastalık müddeti de 89 gündür. İrşad vazifesine Mevlânâ Muhammed Zâhid Bedahşî (k.s.) devam etmişlerdir. Ubeydullâh Hazretlerinin eserlerinden bazıları şunlardır: Risâle-i Vâlidiyye, Fıkarâtü'l-Arifın ve Risâle-i Havrâiyye. Buyurdular ki: "Ehl-i râbıtada bu'd-i sûrî (maddî uzaklık), kurb-i ma'nevîye (manevî yakınlığa) mâni değildir." 09 EKİM 2014 Perşembe Fazilet Takvimi

Hiç yorum yok:




"Kim duhâ (kuşluk) namazını iki rek'at kılarsa, gâfillerden yazılmaz. Kim dört rek'at kılarsa, âbidlerden yazılır. Kim de altı rek'at kılarsa, o günde ona günâh erişmez." (Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu 'cemü 's-Sağîr) DUHÂ, EVVÂBÎN VE TEHECCÜD NAMAZLARI Duhâ, Evvâbin ve Teheccüd namazları altışar rek'at olarak kılınır. Daha az veya daha çok kılınabilirse de ortası budur. Duhâ namazının ilk iki rek'atine: Niyet eyledim şükründen âciz olduğum bütün nîmetlerine teşekküren Duhâ namazına: İkinci iki rek'atine: Niyet eyledim şükründen âciz olduğum İslâmiyet nîmetine teşekküren Duhâ namazına: Üçüncü iki rek'atine: Niyet eyledim şükründen âciz olduğum Ümmet-i Muhammed'den olduğuma teşekküren Duhâ namazına, diye kalbden niyet edilir. Son iki rek'at oturarak kılınır. Evvâbin ve Teheccüd namazlarına tek niyet kâfidir, her selâmdan sonra ayrıca niyete lüzum yoktur. Evvâbin namazı eğer akşam namazının arkasından kılınacaksa; akşamın sünnetinden sonra tesbih ve duâdan önce kılınır. Arkasından tesbih çekilip duâ edilir. Teheccüd vakti: Öğle vakti gündüzün hangi saatinde giriyorsa, gecenin o saatinde de teheccüd vakti girmiş olur. İmsak vaktine kadar devam eder. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat) 08 EKİM 2014 Çarşamba Fazilet Takvimi

Hiç yorum yok:




Ademoğlu secde âyetini okuyup secde ettiği zaman şeytan ağlayarak uzaklaşır ve 'Veyl azabı bana! Ademoğlu secde ile emrolundu ve secde etti. Ona cennet vardır. Ben secde ile emrolundum ama etmedim. Bana da cehennem vardır.' der." (Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim) SECDE ÂYETLERİYLE İLTİCÂ Günahların afvı ve hayırlı maksatların husûlü için, bilhassa geceleyin kalkıp Kur'ân-ı Kerîm'deki 14 secde âyeti okunur, on dört secde yapılır. Secdede: Eûzu bi rıdâke min sehatıke ve eûzu bi muâfâtike min ukûbetike ve eûzu bike minke, okunur. Allâhü Ekber diyerek secdeden kalkılır, dua edilir. "KANÂAT TÜKENMEZ HAZİNEDİR." Allâhü Teâlâ -meâlen-: "Dünyâ hayâtındaki maîşetleri biz taksîm ettik." (Zuhruf sûresi, âyet 32) buyurdu. Hadîs-i şerîfde: "Allâh'ın sana takdîr buyurduğuna râzı olursan insanların en zengini olursun." buyuruldu. Muhakkak Allâh'ın taksîm buyurduğuna râzı olanın kalbi zengin olur, başkasının elindekine bakmaz. Kanâat bitmez tükenmez hazinedir. Kanaatle zenginlik ve servete nail olunur. Kanâat eden fakir ise de zengin olur. Kim kanâat etmezse zengin ise de fakîrdir. Yetecek kadara kanaat etmek iffete götürür. Kim kadere razı olursa az bir şeye kanaat eder. Dünyada insanın başına gelen şeyler zayışığından değildir, kurtulduğu şerlerden de kendi kuvvetiyle kurtulmuş değildir. Kaçırdığını zannettiği dünya fırsatlarından ümîdini kesen huzurlu olur. Bütün rahat Allâh'ın taksîmine rızâ göstermekte ve sadece vaktin icabına göre hareket etmektedir. Bütün hüzün, geçmiş işlere üzülmek ve dünyanın gelecek işlerinin kaygısını çekmektir. Hasılı, saâdetin tamamı ve her türlü nâiliyyet Allâh'ın kazâsına rızâ ve taksîm ettiğine kanâattedir. Kul, Rabb'inin verdiğine razı olmalı, gelecekte nereden nasıl ve ne geleceğinin kaygısını çekmemelidir. Zira bu ona ait bir iş değildir. BEYİT: Kayd-ı mâzî ve derd-i istikbâl, Olmayınca gelir saâdet-i hâl. (Abdulhâk Hâmid) (Geçmişin ve geleceğin derdinden kurtulan saadete kavuşur.) 07 EKİM 2014 Salı Fazilet Takvimi

Hiç yorum yok:




"Kim gönül hoşluğuyla, sevap umarak kurbanını keserse, (bu kurban) o kimse için ateşten (koruyan) bir perde olur." (Hadîs-i Şerîf,Taberânî, el-Mu'cemü'l Kebîr BAYRAM NAMAZI NASIL KILINIR Bayram namazının her iki rek'atindeki üçer adet fazla tekbirlere "zevâid tekbirleri" denir. Vâcip olan bu tekbirler, birinci rek'atte kırâatten önce, ikinci rek'atte kırâatten sonra alınır. Bayram namazı şöyle kılınır: "Allah rızası için niyet ettim bayram namazı kılmaya" diye kalben niyet edip Allâhü Ekber diyerek iftitâh tekbiri alındıktan sonra eller bağlanır ve "Sübhâneke"den sonra imâm sesli, cemâat sessiz "Allâhü ekber" diyerek ellerini kulaklarına kaldırır ve yanlara salınır; yine eller kaldırılarak ikinci tekbir alır ve eller yanlara salınır; üçüncü tekbir alınınca eller bağlanır. İmam açıktan Fâtiha ve bir sûre veya üç âyet okur, cemâat dinler. Rükû ve secdeden sonra da ikinci rek'ate kalkılır. İkinci rek'atte imâm önce Fâtiha sonra bir sûre veya üç âyet okur ve birinci rek'atin başında alınan tekbirler bu kez kırâatın sonunda üç defa alınır ve eller hep yanlara salınır, Dördüncü tekbir ile rükûa gidilir, namaz tamamlanır. AREFE VE BAYRAM GECELERİ NE YAPMALI? Arefe ve bayram geceleri mümkünse Hatm-i Enbiyâ, Hatm-i İstiğfâr yapılır ve Tesbîh Namazı kılınır. (Hatm-i İstiğfâr, 1001 defa "Estağfirullâhe'l-azîm ve etûbü ileyk" okumaktır.) (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat) 03 EKİM 2014 Cuma Fazilet Takvimi

Hiç yorum yok:




Ey Allahım! Yaptığımız işlerde muvaffakiyetler ihsan et bizlere. Kötü yollara geçenleri gittikleri yoldan geri çevir. Evlerimize mutluluk ihsan eyle. Taşımakta zorlanacağımız yüklerle bizleri sınavdan geçirme. Darda ve muhtaç koyma. Amin. Rabbim, yarar getirmeyen bilgiden, korkmayan kalpten, duyulmayan duadan, doymak bilmeyen nefisten, açlıktan ki o kötü bir arkadaştır hıyanettenki o ne kötü sırdaştır tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, kocamaktan, ezel-i ömre döndürülmekten, Deccal fitnesinden kötülüğünden, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden Sana sığınırız -

Hiç yorum yok:




TESETTÜR VE ALTIN İngiliz bayan bir gazeteci, ülkesine gelen İslam aliminin seminerine katılır ve konuşmadan sonra mülakat başlar: - Siz de kadınlar zorla örttürülüyorlar. Zorla oluyor mu bu iş peki? Neden böyle yapıyorsunuz? İslam alimi tebessüm ederler, akıcı bir ingilizce lisanı ile: - Sizin bir hayli altınınız olsa ne yaparsınız, muhafaza etmek için? - Tabiki kasaya koyarım. - Neden? - Çalınmasına karşı önlem olması için. - İşte kadınlar bizim için bundan da değerlidir. Başkaları onların , iffetini,şerefini edebini çalmaması için, onu örtüyoruz ve bu Allahın bir emridir. Ve kadın bizim için ölünceye kadar kadındır. Değerini ancak, değerden anlayan bilir. Onlar bize Allahın bize en kudsu ve ulvi birer emanetidirler. Bu ingiliz gazeteci kadın yazar, bu etkili konuşma karşısında ve araştırmalar neticesinde. 1 yıl sonra Müslüman oluyor İslamın güzellikleri ile süslenebilene, bu bakışla bakabilene, gözünü haramdan sakınanlara ne mutlu.

Hiç yorum yok:




( İslam Büyükleri) ya vedud sultan

Hiç yorum yok:


Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre, Buhara’lı bir veli olan Şeyh Abdü’l Vedud Hazretleri, Bizans devrinde İstanbul’da yaşamakta ve Ayasofya’da ibâdetle meşgul olmaktadır. Rivâyete göre;
“Birgün mânevî rical toplanır. İstanbul’un fethini müzakere ederler. Kılıç ile cihad edilerek fethine karar verilir. Ya Vedûd Sultan ise toplantıda Bizans’ın kılıç ile değil, irşad edilerek harb edilmeden fethini müdafaa eder.
Şeyh Abdü’l Vedûd hazretleri fetih ordusunun attığı gülleleri, elleri ile tutup aman gavurcuklarıma bişey olmasın deyip geri atmakta, İstanbul’un fethini geciktirmektedir.
Durum Fatih Sultan Mehmet Han’a bildirilir. Manevi rical tekrar toplanır ve Cenab-ı Hakka Ya Vedûd Sultan’ın ruhunun kabzı için duâ ederler. Duâları kabul olur. Şeyh Abdü’l Vedûd sultan kuşatmanın 50. günü vefat eder ve İstanbul’un fethi kuşatmanın 53. gününde müyesser olur."
İstanbul’un fethini takip eden Cuma günü, Fatih Sultan Mehmet Han Ayasofya’yı gezip seyrederken, “Terler direk” denilen yerden ilahi bir nurun parladığını görürler ve oraya giderler. Görürler ki ilahi nurla kaplı beyaz bir vücud kıbleye dönük olarak yatmaktadır. Nurlu göğsünde kırmızı su ile “Ya Vedûd” yazılıdır. Ak Şemseddin, Sivasi Kara Şemseddin ve sair evliya dediler ki:
“İşte Padişahım, İstanbul’un elliüç günde feth olunmasına sebeb bu zât idi. Allah’ın hikmeti ile İstanbul’un fethini rica edip, o gün ruhunu teslim eden bu meczubdur ki, daha önce padişahımızı haberdar etmiştik.” dediler.
Hemen bütün alimler, salihler ve fazıllar onun mübârek cesedini yıkamak istediler. O an Ayasofya’nın “Terler direk” tarafından, “Merhum yıkanmıştır. Hemen defn edin” diye bir ses geldi.
Sonra bütün şeyhler, Ya Vedûd Sultan’ın nâşını tabuta koyup onu şehid kapısına gömmek için yola çıktıklarında tabutu taşıyanlar kendilerini Eminönü iskelesinde buldular. Oradan bir kayığa bindiler. Kayık kürek çekmeden ve yelken açmadan kendi kendine gidip Eba Eyyub El Ensari hazretlerinin yakınına geldi.
Tabut Allah’ın emri ile hemen kayıktan çıkıp orada kazılmış, bir mezarın başında durdu. Tabutun arkasından bütün gâziler, âlimler gittiler. Mezardan “Ya Vedûd” sesinin gelmekte olduğunu duydular. Sonra mübârek naşı o mezara defn ettiler.” Bu gün Ya Vedûd türbesi diye bilinmektedir.(seyahatnameden)


Ebûl Vefa Hazretleri

Hiç yorum yok:



İstanbul'un alındığı, Bizans'ın yıkıldığı yıllardır. Ama Akdeniz huzursuzdur hâlâ. Rodoslu çapulcular Bahr-ı Sefid'in çıbanıdırlar. Evet bu adada güzel üzüm yetişir ve nefis zeytin olur. Ama ada sakinleri bağla bahçeyle uğraşmaz. Ticaretten ve sanattan da uzaktırlar. İyi bildikleri tek iş vardır: 'Yol kesmek!'
O yıllarda Rodoslu haydutlar ticaret gemilerini yağmalar, sahil köylerini basarlar. Zahmetsiz kazandıklarını saza, şaraba yatırırlar. Liman kenarındaki batakhaneler eşkıya kaynar. Bu işrethanelere abone olabilmenin tek yolu vardır: Daha fazla soygun yapmak, daha fazla can yakmak.
İşte günün birinde, içinde Ebûl Vefa hazretlerininde bulunduğu hac kafilesi şakilerin saldırısına uğrar. Mübâreğin kaybedecek bir şeyi yoktur. Hepi topu üç beş ölçek hurma, birkaç testi zemzem. Ama korsanlar insan sarrafıdırlar. Müminlerin ona gösterdiği hürmeti gözden kaçırmazlar. Böylesi asil biri para etse gerekdir. Öyle ya, Osmanlı âliminin uğruna neler vermez ki?
ZİNDANI AYDINLATAN NUR
Mübârek kendisini hapise tıkan zalimlere kızmaz. 'Bunda da bir hayır olmalı' der, büker boynunu. Hatta acıma duygusu ağır basar. 'Ah!' der, 'Ah bir hakikatleri görebilseler!'.
İnsan haydut da olsa insandır. Nitekim zindancı bu büyük velinin yüzündeki şefkati yakalar, veya o şefkate yakalanır. Cezayı göze alır, zincirlerini çözer, onu aydınlık bir koğuşa taşır. Uzun kış geceleri ocak başında sohbet ederler.
Mübarek kısa sürede Rumca öğrenir, muhafızlarla dost olur. Hastalarını tedavi eder, dertlerini dinler. Bir muhabbet köprüsüdür kurar gönüllere. Şövalyeler bu iltiması görmezden gelirler, zira bu rehineden yüklüce bir fidye beklerler.
Kahramanoğlu İbrahim Bey, bir Ebûl Vefa sevdalısıdır. Mübareğin Rodoslular'ın elinde olduğunu öğrenince beyninden vurulmuşa döner. İstenen meblâğı tez günde denkleştirir, koşar adaya.
RUMLARLA KOMŞULUĞU SEÇEN VELİ
Ebûl Vefa Hazretlerinin ayrıldığı gün zindancı bir hoş olur. Bu küflü dehlize böylesi bir bilge gelmemişdir. Ve bundan böyle zor gelir. Hapiste geçirdiği günler Ebûl Vefa Hazretleri'ne çok tesir eder. İstanbul'da Rumların kesif olduğu bir semte (Vefa'ya) dergahını kurar ve bu insanlara kapılarını açar. Bıkıp usanmadan hakkı tebliğ eder. Gülene de anlatır, sövene de. Kimi dergâha râm olur, kimi aleyhinde konuşur. Mübarek güler yüzlü ve nüktedandır. En çetrefil meseleleri basite indirger ve maharetle nakşeder zihinlere.
Ebûl Vefa'nın Fatih'e karşı hususi bir sevgisi vardır. Onu bir kere bile görmez ama geceler boyu dua eder. Genç Sultan'ı güçlü tasarrufu ile kuşatır ve ona manevi zırh olur. Fatih bu himmeti iliklerine kadar hisseder. Rüyalarını nur yüzlü veli süsler. Günün birinde dayanamaz, dergahın kapısını tıkırdatır. Ancak Ebûl Vefa Hazretleri 'Hayır!' der, 'Görüşmesek daha iyi.'
Koca sultan yüzgeri giderken mübârek hıçkırmaktadır. Bir hüzündür çöker mekâna. Talebeleri muammayı çözemezler. Sıradan Rumlar'ın bile kıymet verilip, buyur edildiği bir tekkenin kapısı cihan padişahına neden açılmaz? Nitekim içlerinden biri dayanamaz. 'Bağışlayın ama efendim' der, 'Hem hünkârı üzdünüz, hem kendiniz üzüldünüz. Bunun bir hikmeti olsa gerek?'
Mübârek 'Doğru söylüyorsun.' der, 'Ama aramızdaki muhabbet vazifelerimizi unutturacak kadar fazla. Eğer o, sohbetin tadını alırsa sarayda duramaz, sultanlık çelik çomak oyunu gibi basit gelir gözüne. Korkarım tacı tahtı bırakır, dervişliğe kalkışır.' (Hatırlayacaksınız Fatih'in dervişliğe olan meylini ilk keşfeden ve yüz vermeyen Akşemseddin'dir.)
ASIRLAR SONRA
Ebûl Vefa Hazretleri bulunduğu semtte çok sevilir. Mahalle halkı mübareğin naaşına sahip çıkar, dahası güzel bir camiyle adını yaşatırlar. İşte bu gün bile Unkapanı, Fatih, Süleymaniye arasında kalan muhit onun adıyla tanınır. Esnaf ona Fatiha okumadan dükkan açmaz, çocuklar okul yolunda bir lahza durur, mırıl mırıl dua okurlar.
İnsanın 'şu işe bakın!' diyesi geliyor, koca koca imparatorlar silinip gidiyor, Allah dostları hatırlanıyor daima.


Berat gecesi.....

Hiç yorum yok:



İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, hikmetli işlerin birbirinden ayırd edilmesi şu şekilde cereyan etmektedir:
Bu berat gecesinden gelecek berat'a kadar meydana gelecek olayların hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır.Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve her-şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir.
Rızıkla alakalı defterler Mikail Aleyhisselâma verilir.
Savaşlarla ilgili defterler Cebrail Aleyhissalama verilir.
Ameller nüshası dünya semasında görevli melek olan İsrafil'e verilir ki bu büyük bir melektir.
Ölüm ve musibetlerle ilgili defter de Azrail Aleyhisselâma teslim edilir.
Fahreddin er-Râzî"nin açıklamasına göre bu defterlerin düzenlenmesi Berat Gecesinde başlar, Kadir Gecesinde tamamlanarak her defter sahibine teslim edilir.Berat Kandilinin "bütün senede bir kudsi çekirdek hükmünde ve beşer mukadderatının programı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadrin kudsiyetinde" olması bu manalara dayanmaktadır.Kur'ân'ın bu gecede indirilmesi meselesine ise şöyle bir açıklama getirilmektedir:
Berat gecesi, Kuran-ı Kerimin Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygamberimize ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir.
Bu vesile ile kandiliniz tebrik eder,iki cihan saadeti dilerim.Dua eder,dua beklerim 
(Ailenizin sitesi)

Fatıma Validemiz (r.a.) : Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hastalanmışlardı. Hz. Ali ve Hz. Fatıma Validemiz çocuklarının iyileşmesi halinde 3 gün oruç adadılar. Akşam tam iftar edecekleri vakitte bir fakir gelip “Allah için bana yiyecek verin açım” diyor. Onlar hazırladıkları yemeği hiç başlamadan fakire verdiler. Tabi bu durumda gece yiyecekleri hiç bir şey kalmamıştı. Sahura kalkmadan oruca devam ettiler. Akşama iftarlık bir şey hazırlanmış iftarı bekliyorlardı. Bu sefer bir yetim gelerek “şey’en lillah” dedi. Onlar yine ağızlarına almadan önündekilerinin tamamını yetime verip su ile iftar ettiler. İftarsız sahursuz oruca devam ediyorlardı. 3. Gün yine hazırladıkları bir sırada bu seferde bir esir geldi. O da aç olduğunu söyleyip onlardan yiyecek bir şeyler istedi. Hz. Ali ve Hz. Fatıma efendimiz yiyeceklerden bir lokma bile almadan tamamını verdiler. İftarlarını su ile açtılar. Ama oruçları da bitmişti artık. Onların bu yokluk halinde cömert olmaları, Cenab-ı hakkın çok hoşuna gitti. Haklarında ayet-i kerime inzal ederek onlardan razı olduğunu bildirdi.

Hiç yorum yok:




** Peygamber efendimiz buyuruyor ki; “kim musibet (ve belaya) sabrederse, onun için üç yüz derece vardır. Her iki derecenin arasındaki mesafe dünya ile sema arası gibidir. Kim taat ve ibadetler üzerine sabrederse, onun için altıyüz derece vardır. Her iki derecenin arasındaki mesafe dünya ile sema arası gibidir. Kim ma’siyet ve günah işlemek üzere sabrederse, onun içinde dokuz yüz derece vardır. Her bir derecenin arası arş ile kürsinin arası gibidir.” (ruhul beyan tefsiri cilt 3 sf: 335)

Hiç yorum yok:




Abdestin ve guslün faydaları

Hiç yorum yok:


Sual: Abdestin ve guslün, sağlığa faydaları var mıdır?
CEVAPEvet, faydaları çoktur. Fakat sırf dünyevî faydasından dolayı abdest almak caiz olmaz. Maddî hiçbir faydası olmasa bile, Allahü teâlânın emri olduğu için yapmak gerekir. Abdestin ve guslün sağlığa faydalarından birkaçı şöyledir:
1- Her gün, ellerimiz çeşitli yerlere dokunuyor, mikroplar bulaşıyor. El, yüz ve ayakları yıkamak, cilt hastalıklarından ve iltihaplarından iyi bir korunma yöntemidir.

2- Burnu yıkamakla, burnun süzdüğü toz ve mikrop yığınlarının vücuda girmeleri önlenmiş olur.

3- Yüzün yıkanması da cildi kuvvetlendirir, baştaki ağırlığı ve yorgunluğu hafifletir. Damarları ve sinirleri harekete geçirir. Devamlı abdest alanın, yaşlansa bile, yüzündeki güzellik, tazelik gitmez.

4- Gusülle vücut eski zindeliğini kazanır. Vücudu belirli aralıklarla yıkamak, koruyucu hekimlik yönünden çok önemlidir. Dinimiz, bekâr da olsa, her cuma günü gusletmeyi emretmektedir.

5- Vücutta bir statik elektrik dengesi vardır. Bu elektriksel yük, öfkelenince normalin 4 katına, cünüp olunca, 12 katına çıkar. Günümüzde, kızılötesi ışınlarla dış derinin fotoğrafları çekilmiş, bu fotoğraflarda, ilişkiden sonra, vücudun bütün yüzeyinin fazla statik elektrik tabakasıyla örtüldüğü tespit edilmiştir. Yıkanınca su zerreleri, olumsuz elektrik gerilimini alarak, vücudu topraklayıp, yeniden normale döndürüyor. Bu açıdan gusül, tıbbî yönden de, yapılması gereken bir temizliktir.

6- Abdestin ve guslün, dolaşım sistemine de olumlu etkisi vardır. Damarlardaki sertleşme ve daralmayı önler. Lenf sisteminin, en önemli merkezlerinden biri olan burun arkası ve bademcikler yıkanarak uyarılır. Ayrıca boyun ve yanlarının yaş elle mesh edilmesi de, lenf sistemine tesir eder. Abdest ve gusülle kolaylaşan lenf dolaşımı sayesinde, lenfosit denilen savaşçı hücreler vücudu zararlı unsurlardan korur ve vücut direncini arttırırlar.

7- Toprakla yapılan teyemmüm de, vücuttaki statik elektriği büyük ölçüde yok eder.

Guslü ve abdesti, Allah’ın emri olduğu için yerine getiren, dünyada geçici faydalarını gördüğü gibi, ahirette sonsuz nimetlere de kavuşur.

Abdestin Tibbi Mucizeleri

Hiç yorum yok:


 Tarih : 8.5.2009

Abdest çogumuza zor gelir. Ancak kul, kendine zor geleni yaptikça kullugunu ispatlar. Nefs, böylece uyuşukluktan arinarak huzur-u Ilahiye hazir hale gelir. Işte bu ilk silkiniş Allahin çok hoşuna gittigi için, peşin bir saglik nimeti lütfeder...

 

               Abdestin Tibbi Mucizeleri
   Abdest çogumuza zor gelir. Ancak kul, kendine zor geleni yaptikça kullugunu ispatlar. Nefs, böylece uyuşukluktan arinarak huzur-u Ilahiye hazir hale gelir. Işte bu ilk silkiniş Allah'in çok hoşuna gittigi için, peşin bir saglik nimeti lütfeder. Öyle ki Rahman, abdesti emreden ayetinin sonunda şöyle der
"Abdest alin ki, size verdigim nimeti tamamlayayim"
Peki nedir abdesti bu derece önemli kilan faktörler?
.. Abdestin Tibbi Mucizeleri ..
Ondört asir önce temizligin t'sinin bile olmadigi bir ortamda gelen bu hikmetli reçete tam anlamiyla bir Kur'an Ahlâkidir. Ancak abdestin getirdigi saglik mucizeleri temizlikten ibaret degildir. Akillara durgunluk verecek bin bir biyolojik sir gizlidir onda. Üç gurupta özetlersek:
1.Dolaşım Sistemine katkıları:
   Kalp, 100.000 km'ye yakin damar ağıyla bütün vücudu besleyen çok geniş bir sistemin motorudur. Damarlar kalpten uzaklaştıkça kılcallarına ayrılarak son hücreye kadar her alanı, her dokuyu besler. Öyle ki hayati organ ve dokulari birden çok damar agi kontrol eder. Kilcal damarlarin işlevini devam ettirebilmesinin en önemli şarti ESNEKLIGININ korunmasidir. Ne çare ki, stres ve oburluk (obezite) kılcalların işini bitirir. Bundandır ki obezite ve strese bağlı olarak ortaya çıkan "esneklik kaybı" kalp-damar hastalıklarının ve bunamanın baş sebeplerindendir.
Peki abdest bu korumanın neresindedir?
Bu tehlikeli gidişten uzaklaşmanın en pratik ve sağlam yolu, kan damarlarına genç yaşlardan başlayarak esneklik kazandırmaktır. Özellikle kalbe uzak olan bölgelerde (el, ayak gibi) bu jimnastiğin yapılması daha önemlidir.
Ama damarlara nasıl esneklik kazandırabiliriz diye düşünmeyin! Her şeyin bir çaresi var: Tabii ki egzersiz salonlarında -Ab shaper- larla bu iş olmaz. Damarlara esneklik kazandırmak için basit bir fizik yasasından faydalanabiliriz: "Isı farkıyla hareket"
Evet, damarlarımızı isi farkından istifade ederek açıp kapatacağız. Böylece esneklik ve esenlik bizim olacak.
Özellikle ağız, burun ve boynun iki yanının su ile teması dolaşımı zenginleştirir. İşte on dört asır önce İslamiyet, suyun "altın" olduğu bir noktadan yeryüzüne yayılırken abdesti bu akil almaz hikmeti içinde insanlığa sunmuştur.
Abdest ile, kalp ve dolaşım basıncı nefes alır. Beyin ve bütün sinir sistemi uyuşukluktan kurtulur. Zaten günümüzde p***olojik rahatsızlıkların tek doğal ilacı olarak gusül tarzı genel yıkanma tavsiye edilmektedir. Hele (gusletmenin) tavsiye edilmesi çok hikmetlidir. Çünkü gusülde yapılması zorunlu olan ağız içinin, burnun ve bütün vücudun yıkanmasının esprisi yeni yeni gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Hipofiz bezinin (ki çok önemli hormonların salındığı bir organdır) burun boşluğu ile yakin ilişkisine dikkatinizi çekmek isterim. Burada burna alınan su ne kadar derine çekilebilirse o kadar faydalı olacaktır. Hipofiz bezini dinlendirmenin en iyi yolu, damarlar vasıtasıyla beslenmesini artırmaktır. İşte su bu görevi yapar. Damarların si farkı nedeniyle hareketini artırarak hipofize dolayısıyla vücudumuza çok önemli bir dinlenim sağlar.
2. Abdestin Bağışıklık Sistemine katkıları:
   Bağışıklık sistemimiz, dolaşım sistemimizden biraz farklı olarak dizayn edilmiştir. Asil adi "lenf sistemi" olan bu mükemmel şebekede daha ince bir damar ağı kullanılmıştır. Bu sistem aracılığıyla mikroplara ve kansere karşı korunuyoruz. Bu kadar önemli olan lenf sistemini korumak da ayrıca önemlidir. Dolaşım sistemindeki damarlardan on defa daha ince olan lenf damar ağının büzüşmesi sonucu çok ağır hastalıklar ortaya çıkar (zatürree, anjin gibi)
Işte abdest sanki bu sistem için düzenlenmiş gibidir. Lenf ağının kildan ince damarlarını zinde tutar. Hele de bu sistemin kontrol merkezleri olan burun arkası ve boğazın sık sık yıkanması korunma sistemimize "deli" katkı yapar.
Yine lenf sisteminin düzenli çalışması vücudun tepkileri açısından da çok önemlidir. Lenf sistemi iyi çalışan vücut, hastalık ânında aptalca tepkiler göstermez. Daha mâkûl, akıllıca tepki gösterir.
3. Abdestin vücudun Statik Elektriği giderici etkisi:
   Bütün hücreler çevresinde belli bir statik elektriği vardır. Ancak vücudun tümü bu statik elektriğin olumlu dengesi içindedir. Bunu hissetmeyiz bile! Ne var ki gerek havada artan iyonlar, gerekse -özellikle çağımızda bir mesele olan- plastik giysiler vücudun dış yüzünde elektron artmasına neden olur. Bu olay dıştan ince doğru bizi etkilemektedir. Özellikle sinir sistemi üzerinde ciddi rahatsızlıklar oluşturur. Bir önemli etki de deri üzerinedir. Bu elektron artışı, deri altındaki mimik kaslarını yorar ve onların vaktinden önce esnekliklerinin kaybolmasına yol açar. Sonuç: yaşlılık belirtisi olan yüz kırıişmalari !!
"Abdestli ölen, ölüm acısı çekmez. Çünkü abdest imanlı olmanın alametidir. Namazın anahtarı, bedeni günahlardan temizleyicisidir". HADIS-I ŞERIF


Hıristiyanların Mamudiye (vaftiz) Suyu..

Hiç yorum yok:


Hıristiyanların Mamudiye (vaftiz) Suyu..

Hıristiyanların Mamudiye (vaftiz) Suyu..

Şeyhü’l-Ekber Muhyiddin-i Arabî (k.s.) el-athar (tertemiz) hazretleri buyurdular:
Dımışk (Şâm-ı şerifte gördüm, (Müslüman) erkek ve kadınlar, Hıristiyanlarla dostluk ediyorlar, onlara müsamaha (hoşgörüyle) muamele ediyorlardı. Onların büyükleri küçük çocuklarıyla beraber Kiliselere gidiyorlardı. “Mamûdiyye (vaftiz) suyundan çocukların üzerine teberruken serpiyorlardı…
İşte bu küfürdür. Bundan Allah’a sığınırız.

Mamûdiyye Suyu

Mamûdiyye (vaftiz) [1] suyu, Hıristiyanların bir suyudur. San renktedir. Yani doğan çocuklarını o suya batırırlar. Böylelikle yeni doğan çocukların o suya batırılmakla temizlendiğine inanırlar. Başkalarının (Müslümanların çocuklarını) sünnet etmeleri gibi bir şeydir.

Yılbaşını Kutlamak

Hıristiyanların Nevruz gününe tazim etmeyi buna kıyâs et!
Hıristiyanların yılbaşı günlerinde onlara bir şeyler hediye etmek o günü kutlamak, yılbaşını kutlamak için onlara katılmak ve müşterek hareket etmekte (mamûdiyye suyuna teberruken kullanmanın küfür olduğuna) kıyâs edilmelidir.
Bazı işlerde ve özellikle dostluk damarlarını kesmede iyi tedbir alıp hisbe etmek lazımdır. “Multakatatü’n-Nâsırî” isimli kitapta buyuruldu: “Müşriklerin ûd (ve diğer çalgı âletlerini) çalmalarını bırakmam (izin vermem).”

Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi(k.s.), Ruhu’l Beyan Tefsiri: 6/565-566.
[1] Ma’mûdiyye suyu yani vaftiz. Hıristiyanlığa girme alameti ve Hıristiyanlığın şartı sayılan yedi merasimden biridir. Vaftiz Ortodokslarda suya girmekten, Katoliklerde üzerine su serpmekten İbarettir. Vaftize Arapçada “ta’mid” vaftiz suyuna da “Ma’mûdiyye suyu” denilir. Hıristiyanların bozuk İnançlarına göre, vaftiz, Hz. Adem’le Havva’dan intikal eden ilk (aslî) günahtan arınma olmakla beraber, kişinin yeni bir hüviyete bürünerek Allah’ın krallığına katılmasının takdisi manalarına da gelir. İlk günah İnancı Hıristiyanlıkta önemli bir unsurdur; bir günahtan kurtulmanın tek yolu da vaftiz olmaktır:
Tarih boyunca vaftiz, kiliselerde kişinin tamamen suya daldırılması, vücudunun bir kısmının suya batırılması, başına su dökülmesi veya üstüne su serpilmesi vb. şeklinde uygulanmıştır.
Vaftiz, doğan çocuğun Hıristiyan dinine kabulünü sağlayan bir işlemdir. Vaftiz, ileri yaşlarda da yapılır; çünkü vaftiz edilen kişinin, o zamana kadar işlediği bütün günahlarından kurtulacağına dair Hıristiyanlarda kesin ve bozuk bir inanç vardır. Müslümanlar gidip, Hıristiyanların inançlarından dolayı yaptıkları şeyleri yaptığı zaman onların inançlarını benimsemiş olmuş olurlar.
Yahudî, Hıristiyan, Mecûsi, Müşrik ve putperestlerin alâmet-i farikalarını benimseyerek yapmak kişinin imanına zarar verir. İşte bu küfürdür…
.


Yemek Âdâbı

Hiç yorum yok:



Yemek Âdâbı
Yemeğin âdâbına gelince, bu âdâbın bir kısmı misafirliğe yemeğe gitmekle, bir kısmı da misafire (yemek) ikram etmekle ilgilidir.
Yemek Davetine Katılmanın Âdâbı
İnsanların yemek zamanlarını gözetip o zamanda yemeğe gitmek sünnete aykırıdır. Bu bakımdan tam yemek zamanında bir eve girmek, ansızın girişten sayılır. Bu ise yasaklanmıştır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle demiştir:
Ey iman edenler, (rastgele) peygamber’in evlerine girmeyin. Ancak yemek için size izin verilir de girerseniz (erkenden gelip) yemeğin pişmesini beklemeyin. Çağrıldığınız zaman girin; yemeği yeyince dağılın, söze dalmayın. (Ahzâb/53)
Ayette geçen ‘Onun kabını (yemeğini) beklemeksizin’ ifadesi; ‘yemeğin ne zaman pişeceğini beklemeyin’ demektir.
Nitekim Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Çağırılmadığı bir yemeğe giden kimse, fâsık olarak gitmiş ve haram yemiş olur.38
Yemek zamanını gözetmeden girip de onların yemeklerine tesadüf ettiği takdirde, kendisine izin verilmeden yememesi gerekir. Ne zaman ki kendisine ‘ye’ denirse, incelemelidir. Eğer onların iç-ten gelen bir teklif yaptıklarına ve yemek yemesini istediklerine inanırsa, onlarla beraber yemelidir. Eğer kendisinden utanarak bunu söylüyorlarsa, yemesi uygun değildir. Bahane bulup yemeğe ihtiyacı olmadığını ileri sürerek imtihan etmelidir.
Fakat aç olduğu zaman, kendisine yedirmek için dostlarından birisinin yemek vaktini beklemeksizin evine giderse, bu takdirde yemesinde bir sakınca yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (s.a), Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’le beraber Ebu’l-Heysem ve Ebu Eyyûb el-Ensarî’nin evlerine yemek için teklif olmaksızın yemek yemeye gitmişlerdir.39
Böyle bir durumda müslüman kardeşinin evine gitmek, ona yedirme sevabını kazandırmaya yardım etmektir. Bu âdet, selef-i salihînin âdeti idi. Avn b. Abdullah el-Mes’udî’nin üçyüz altmış arkadaşı vardı. Senenin her gününde bir dostunun evinde yemeğini yiyerek o seneyi geçirirdi. Başka birisinin de otuz dostu vardı. Bir ayda herbirine bir gün gitmek suretiyle dolaşırdı. Başka birisinin de yedi dostu vardı. Haftanın her gününde birisinin evinde olurdu. Onların dostları çalışmalarında kendilerine yardım ederlerdi. Dostlarının bu zâhid ve âbid kimselere yedirdikleri kendileri için ibadet sayılır. Eğer kişi eve girip ve sâhibini içerde bu-lamazsa, ev sahibinin dostluğuna güveniyorsa, izin almaksızın dostunun yemeğini yiyebilir. Zira izinden gaye; yemek sahibinin razı olmasıdır. Hele yemeklerde… Çünkü yemekler hususunda daha da genişlik vardır. Çok kişi var ki, açıkça izin verir ve izin verdiğine dair yemin eder. Oysa buna rağmen karşısındakinin yemesine razı değildir. Bu bakımdan böyle bir kimsenin yemeğini yemek mekruhtur. Hazır bulunmayan çok kimseler de vardır ki, izin vermediği halde onun yemeğini yemek güzeldir.
Yahut sâdık dostlarınızın evlerinde yemenizde size bir günah yoktur. (Nûr/61)
Hz. Peygamber (s.a), Berire’nin (Hz. Âişe’nin azâdlı câriyesi) evine girdi. Kendisi hazır olmadığı halde sadakadan olan yemeğini yedi. Rasûlullah yemeği yedikten sonra ‘İşte sadaka tam yerini buldu’40 buyurdu.
Rasûlullah’ın böyle yapması, Berire’nin (r.a) buna sevineceğini bildiğinden kaynaklanmaktadır. İşte bu sırra binaen ve sahibinin izin vereceğini bilmekle yetinerek izinsiz eve girmek câizdir. Eğer böyle bir şeyi bilmezse mutlaka önce izin almalı, sonra içeri girmelidir.
Muhammed b. Vâsık ve arkadaşları Hasan Basrî’nin evine girerler, izin almaksızın gördüklerini yerlerdi. Hasan da eve gelir, onların böyle yaptıklarını görünce sevinir ve ‘Biz de böyle yapardık’ derdi..
Hasan Basrî çarşıda bir bakkalın kuru meyvelerinden ayakta durarak ‘şu sepetten bir incir, öbüründen bir hurma alır yerdi’. Hişam kendisine ‘Ey Ebu Sâid! Acaba takvâ konusunda sana ne görünmüş ki, adamcağızın izni olmaksızın yemişlerinden yiyorsun?‘ Hasan ‘Ey Lehim (Cimri!) Yemek hakkındaki ayeti bana oku‘. Bunun üzerine Hişam ayeti ‘veyahut da dostlarınızın‘ (Nûr/61) cümlesine kadar okudu. Oraya varınca Hişam sordu: ‘Ey Ebu Saîd! Âyetteki dost kimdir?’ Hasan (r.a) ‘Ayetteki dost, o kimsedir ki, nefis ona meyleder, rahata kavuşur, kalp de onunla sükûnet bulur…’
Bir topluluk Süfyan es-Sevrî’nin evine gitti. Süfyan’ı evde bulamadılar. Kapıyı açıp, sofrasını indirip yemeye başladılar. O esnada Süfyan içeri girdi ve ‘Siz bana selef-i sâlihînin ahlâkını hatırlattınız. İşte onlar böyle yaparlardı’ dedi.
Bir topluluk, tâbiînden birini ziyaret etti. Ziyaret edilen zâtın yanında onlara ikram edecek bir şey yoktu. Bunun üzerine ziyaret edilen, dostlarından birinin evine gitti. Fakat onu evde bulamadı, onun pişirdiği çömleğine baktı. Bir de ne görsün yemek pişmiş ve ekmek de hazırdır ve diğer gereken şeyler de mevcuttur. Hepsini aldı, ziyaretçilere takdim etti ve ‘Yeyiniz!’ dedi. Evin sahibi geldi. Evde hiçbir şey görmeyince, kendisine ‘Filân zat geldi, hepsini toparlayıp götürdü’ denildiğinde, ‘Çok güzel etmiş’ dedi. Daha sonra
yemeği götüren zatla karşılaştığında şöyle dedi: ‘Ey kardeşim! Misafirlerin ikinci bir defa geldikleri takdirde ikinci bir defa aynı şeyi yapabilirsin’.
İşte yemeğe katılmanın âdâbı bunlardır.
Kaynak : Kaynak : İhya-i Ulumu’d-Din – İmam Gazâli
38) Beyhakî, (Hz. Âişe’den bir benzerini)
39) Müslim vc Taberânî, (İbn Abbas’tan zayıf bir senedle)
40) Müslîm ve Buhârî, (Hz. Âişe ‘den)


Cinnin musallat olmaması için okunacaklar Cinden kurtulmak için en iyi on şeyi yapmalıdır:

Hiç yorum yok:


1- E’ûzü Besmele ile Fâtiha sûresi okumalıdır. 
2- E’ûzü Besmele ile iki Kul-e’ûzüyü okumalıdır.
3- E’ûzü Besmele ile Bekara sûresini okumalıdır.
4- E’ûzü Besmele ile Âyetelkürsî okumalıdır.
5- E’ûzü Besmele ile Bekara sûresinin son âyetini okumalıdır.
6- E’ûzü Besmele ile Ha-Mîm Mü’mîn sûresinin başından (masîr)e kadar ve Âyetelkürsî okumalıdır.
7- “Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh lehülmülkü ve lehülhamdü yühyi ve yümiyt ve hüve hayyün la yemüt biyedihilhayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr” okumalıdır.
8- Çok (Allah) demelidir.
9- Hep abdestli bulunmalı, farzları ve sünnetleri hiç terk etmemelidir.
10- Günah işlemekten, kadınlara bakmaktan, çok konuşmaktan, çok yimekten ve galabalıktan sakınmalıdır.

(Berekât) kitabında, imam-ı Rabbânî hazretlerinin Cinden korunmak için, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah-il-aliyyil’azîm” okuduğu yazılıdır.
İmam-ı Şaranî hazretleri, “Kuşluk namazına devam edene, cin musallat olmaz” buyurdu.


Eshâb-ı kiramdan Ebû Dücâne hazretleri anlatır:
Bir gece yatarken, değirmen sesi gibi ve ağac yapraklarının sesi gibi, ses duydum ve şimşek gibi, parıltı gördüm. Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyah birşey yükseldiğini gördüm. Elimle yokladım. Kirpi derisi gibi idi. Yüzüme, kıvılcım gibi şeyler atmaya başladı. Hemen Resûlullaha gidip, anlattım. “Yâ Ebâ Dücâne! Allahü teâlâ, evine hayır ve bereket versin!” buyurduktan sonra kalem ve kâğıd istedi. Hz. Aliye bir mektûb yazdırdı. Mektûbu alıp, eve götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum. Feryâd eden bir ses, beni uyandırdı. Diyordu ki, “Yâ Ebâ Dücâne! Bu mektûbla, beni yaktın. Senin sahibin, bizden elbette çok yüksektir. Bu mektûbu, bizim karşımızdan kaldırmaktan başka, bizim için, kurtuluş yoktur. Artık, senin ve komşularının evine gelemiyeceğiz. Bu mektûbun bulunduğu yerlere gelemeyiz”. Ona dedim ki, sahibimden izin almadıkca bu mektûbu kaldırmam. Cin ağlamasından, feryâdından, o gece, bana çok uzun geldi. Sabah namazını, mescidde kıldıktan sonra, cinnin sözlerini anlattım. Resûlullah buyurdu ki, “O mektûbu kaldır. Yoksa, mektûbun acısını, kıyâmete kadar çekerler!”.
Bir kimse, bu mektûbu, yanında taşısa veya evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrâfına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider.


Bu âyet-i kerimeleri okumakla ve bu mektûbu taşımakla ve şifâ âyetlerini okumakla ve yazıp suyunu içmekle faydalanmak istiyenlerin Ehl-i sünnet îtikatına uygun olarak doğru îman sahibi olması lâzımdır. Bunları yazanın ve kullananın îtikadı doğru olmazsa ve küfür alâmetlerini kullanır, haram işlerse, faydaları görülmez.

Kaynak : Mehmet oruç . 365 gün dua

https://yukarikayalar.wordpress.com/category/cinler-hakkinda/



Cinlerin Babası Cânn’ın Yaratılışı Ve Kavmi

Hiç yorum yok:


Allahü Teâlâ Hazretleri, gök ve yeri yarattı. Melekleri ve cinleri de yarattı. Melekleri semâ’da iskân etti (yerleştirdi), cinleri de yeryüzüne yerleştirdi. Cinler, “Cânn”ın evlâdıdır. Cânn, cinlerin babasıdır. Âdem Aleyhisselâm, beşerin (insanlığın) babası olduğu gibi… Allahü Teâlâ Hazretleri, Cânnı ateşin dumansız alevinden yarattı. Semâ ile gök arası onundur. Yıldırımlar oradan iner. Orada oturduklarında nesilleri çoğaldı. Cânnın yaratılması, yerle gök arasında yaşaması, Adem Aleyhisselâm’dan altmış bin sene önceydi. Cann ve kavmi, bu âlemde, yedibin sene kadar uzun bir ömür sürdüler.

Sonra onların arasında hased (kıskançlık), aşırılık ve zulümler başgösterdi. Fesat ve fitne çıkarttılar. Birbirlerini öldürdüler.

Allahü Teâlâ Hazretleri, onların başına dünya semâsının meleklerini gönderdi. İblis’i onların başına “âmir” tayin etti. İblisin (şeytanın) adı (o zaman) Azâzil idi. iblis, cinlerin en bilgi­niydi. Yeryüzüne indirildiler. Melekler, cinleri hezimete uğratıp, onları yerden çıkarıp, deniz adalarına ve dağların yüksek tepe ve oyuklarına sürdüler. Arzda sakin oldular. Üzerlerindeki ibâdet emri hafif idi. Çünkü meleklerden sınıfın her biri göklere yükselirdi. Korkulan şiddetli olurdu. Dünya semâsının melekle­rinin işleri bir üsttekilerine nazaran kolay olurdu. Allahü Teâlâ Hazretleri İblise yeryüzünün mülkünü (saltanatını) ve cennetin hazinelerini verdi. İblisin yeşil zümrüdden iki kanadı vardı. Bazen yerde Allah’a ibâdet ederdi, bazen gökte ve bazen de cennette ibâdet ederdi…

Zamanla içine “ucub” girdi. Kendi kendini beğenme kaprisine kapıldı. Kendi kendine şöyle düşündü.

-“Allahü Teâlâ Hazretleri, bu maddî ve manevî saltanatları bana verdiğine göre, ben Allah’a karşı meleklerden daha müker-rem ve sevimliyim,” dedi. Yine böylece dünyaya yönelip onunla mutmain olan herkese işinin değiştirilmesi emredilmiştir. Allahü Teâlâ Hazretleri, İblis ve ordusuna: “ben kılacağım, yaratacağım,” yapacağım, “Yeryüzünde,” gökte değil, çünkü, azgınlıklar ve zulümler yeryüzünde olmaktadır.

“Halife“…

Halife, Âdem Aleyhisselâm’dir. Çünkü Âdem aleyhisselâm, cin’den sonra geldi. Âdem Aleyhisselâm, yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Yani, “yeryüzünde siz meleklerden bedel bir halife yaratacağım ve sizleri kendime yükselteceğim.” Dedi. Onlar bunu kerih (sevimsiz) gördüler, hoş karşılamadılar. Çünkü onlar, ibâdet cihetinden meleklerin en önde gelenleriydiler.

KAYNAK : İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi cilt -1

https://yukarikayalar.wordpress.com/category/cinler-hakkinda/

Fotoğraf: Cinlerin Babası Cânn’ın Yaratılışı Ve Kavmi  Allahü Teâlâ Hazretleri, gök ve yeri yarattı. Melekleri ve cinleri de yarattı. Melekleri semâ’da iskân etti (yerleştirdi), cinleri de yeryüzüne yerleştirdi. Cinler, “Cânn”ın evlâdıdır. Cânn, cinlerin babasıdır. Âdem Aleyhisselâm, beşerin (insanlığın) babası olduğu gibi… Allahü Teâlâ Hazretleri, Cânnı ateşin dumansız alevinden yarattı. Semâ ile gök arası onundur. Yıldırımlar oradan iner. Orada oturduklarında nesilleri çoğaldı. Cânnın yaratılması, yerle gök arasında yaşaması, Adem Aleyhisselâm’dan altmış bin sene önceydi. Cann ve kavmi, bu âlemde, yedibin sene kadar uzun bir ömür sürdüler.  Sonra onların arasında hased (kıskançlık), aşırılık ve zulümler başgösterdi.  Fesat ve fitne çıkarttılar.  Birbirlerini öldürdüler.  Allahü Teâlâ Hazretleri, onların başına dünya semâsının meleklerini gönderdi. İblis’i onların başına “âmir” tayin etti. İblisin (şeytanın) adı (o zaman) Azâzil idi. iblis, cinlerin en bilgi­niydi. Yeryüzüne indirildiler. Melekler, cinleri hezimete uğratıp, onları yerden çıkarıp, deniz adalarına ve dağların yüksek tepe ve oyuklarına sürdüler. Arzda sakin oldular. Üzerlerindeki ibâdet emri hafif idi. Çünkü meleklerden sınıfın her biri göklere yükselirdi. Korkulan şiddetli olurdu. Dünya semâsının melekle­rinin işleri bir üsttekilerine nazaran kolay olurdu. Allahü Teâlâ Hazretleri İblise yeryüzünün mülkünü (saltanatını) ve cennetin hazinelerini verdi. İblisin yeşil zümrüdden iki kanadı vardı. Bazen yerde Allah’a ibâdet ederdi, bazen gökte ve bazen de cennette ibâdet ederdi…  Zamanla içine “ucub” girdi. Kendi kendini beğenme kaprisine kapıldı. Kendi kendine şöyle düşündü.  -“Allahü Teâlâ Hazretleri, bu maddî ve manevî saltanatları bana verdiğine göre, ben Allah’a karşı meleklerden daha müker-rem ve sevimliyim,” dedi. Yine böylece dünyaya yönelip onunla mutmain olan herkese işinin değiştirilmesi emredilmiştir. Allahü Teâlâ Hazretleri, İblis ve ordusuna: “ben kılacağım, yaratacağım,” yapacağım,  “Yeryüzünde,” gökte değil, çünkü, azgınlıklar ve zulümler yeryüzünde olmaktadır.  “Halife“…  Halife, Âdem Aleyhisselâm’dir. Çünkü Âdem aleyhisselâm, cin’den sonra geldi. Âdem Aleyhisselâm, yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Yani, “yeryüzünde siz meleklerden bedel bir halife yaratacağım ve sizleri kendime yükselteceğim.” Dedi. Onlar bunu kerih (sevimsiz) gördüler, hoş karşılamadılar. Çünkü onlar, ibâdet cihetinden meleklerin en önde gelenleriydiler.  KAYNAK : İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi cilt -1  https://yukarikayalar.wordpress.com/category/cinler-hakkinda/

Âyetü’l-Kürsî Cinlerden Korur

Hiç yorum yok:


Muhammed bin Übey bin Ka’b O’da babasından rivayet etti. Babası kendisine haber verdi.

Kendisinin yeşil hurmaları kurutma harmanlığı vardı. Onları taahhüt ediyordu yani koruyordu. Hurmalarının eksilmekte olduğunu gördü. Bir gece hurmaların bekçiliğini yapıp beklerken, erginlik çağına eren bir genç gibi olan bir varlık gördü. Buyurdular:

-“0 bana selâm verdi. Selâmını aldım. Ve ona sordum:“

-“Sen kimsin? İnsan mısın yoksa cin mi?” 0:

-“Cinim!” dedi.

-“Elini bana uzat dedim.“

Elini uzattı. Eli köpek eli (ayağı) gibiydi. Kılları, köpek kılına benziyordu. Kendisine sordum:

-“Cinlerin yaratılışı böyle mi?“

-“Cinler bilirler, onların içinde benden daha şiddetlisi yoktur.“

Ona yine sordum:

-“Bu yaptığın işe seni hamleden (mecbur edip iten) sebep nedir?” 0:

-“Senin sadaka’yı seven bir kişi olduğun haberi bana ulaştı. Senin yiyeceklerinden bir nasîp alıp yemek istedim” dedi.

Babam ona sordu:

-“Bizi sizin (şer ve zararınızdan) ne korur? (Hangi âyet ve duayı okusak cinlerin şerrinden muhafaza ediliriz?) O:

-“Bakara sûresinde olan şu âyeti Kerîme: (âyetül-kürsîyi.) Kim bu âyeti akşam­leyin okursa, sabaha’kadar bizden korunmuş olur. Ve kim bu âyeti sabahleyin okusa akşama kadar bizim zararımızdan korunmuş olur.” dedi.

Sabah olduğunda babam gelip bunu Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine haber verdi. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri şöyle buyurdular:

Habîs (olan şeytan) doğru söylemiştir.“

Kaynak : Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 3/68-69.

Fotoğraf: Âyetü’l-Kürsî Cinlerden Korur  Muhammed bin Übey bin Ka’b O’da babasından rivayet etti. Babası kendisine haber verdi.  Kendisinin yeşil hurmaları kurutma harmanlığı vardı. Onları taahhüt ediyordu yani koruyordu. Hurmalarının eksilmekte olduğunu gördü. Bir gece hurmaların bekçiliğini yapıp beklerken, erginlik çağına eren bir genç gibi olan bir varlık gördü. Buyurdular:  -“0 bana selâm verdi. Selâmını aldım. Ve ona sordum:“  -“Sen kimsin? İnsan mısın yoksa cin mi?” 0:  -“Cinim!” dedi.  -“Elini bana uzat dedim.“  Elini uzattı. Eli köpek eli (ayağı) gibiydi. Kılları, köpek kılına benziyordu. Kendisine sordum:  -“Cinlerin yaratılışı böyle mi?“  -“Cinler bilirler, onların içinde benden daha şiddetlisi yoktur.“  Ona yine sordum:  -“Bu yaptığın işe seni hamleden (mecbur edip iten) sebep nedir?” 0:  -“Senin sadaka’yı seven bir kişi olduğun haberi bana ulaştı. Senin yiyeceklerinden bir nasîp alıp yemek istedim” dedi.  Babam ona sordu:  -“Bizi sizin (şer ve zararınızdan) ne korur? (Hangi âyet ve duayı okusak cinlerin şerrinden muhafaza ediliriz?) O:  -“Bakara sûresinde olan şu âyeti Kerîme: (âyetül-kürsîyi.) Kim bu âyeti akşam­leyin okursa, sabaha’kadar bizden korunmuş olur. Ve kim bu âyeti   sabahleyin okusa akşama kadar bizim zararımızdan korunmuş olur.” dedi.  Sabah olduğunda babam gelip bunu Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine haber verdi. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri şöyle buyurdular:  Habîs (olan şeytan) doğru söylemiştir.“  Kaynak : Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 3/68-69.  https://yukarikayalar.wordpress.com/category/cinler-hakkinda/

https://yukarikayalar.wordpress.com/category/cinler-hakkinda/




Bakara Suresi Sihre Mânidir..

Hiç yorum yok:


Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin bir hadis-i şeriflerinde:
“İçinde Bakara’nın zikredildiği sûre, Kur’ân-i Kerîmin fustâtı dır. Yani Kur’ân-ı Kerîmin büyük şehridir. Onu öğnenin (öğretin).
Çünkü o sûreyi öğrenmek berekettir. Terki ise hasrettir. Bâtıl kişiler buna güç yetiremezler.” Efendimiz (s.a.v.)’e soruldu:
-“Bâtıl kişiler, kimlerdir?” Aleyhisselâm buyurdular:
-“Sihirbazlardır!“
Yâni bâtıl kişiler, bu âyetleri okuyanlara sihir yapmaya güç yetiremezler, demektir.

Şeytâna Mânidir

Başka bir hadis-i şerifte buyuruldu:
“Bir evde üç gece okunursa oraya şeytan yaklaşamaz. Muâz (r.a.) Bakara sûresini hatmettiği zaman: “Âmin” derdi.

Şeytanı Yakalama Kıssası

Ebû’l-Esiem ed-Deylemî buyurdular:-“Muaz bin Cebel (r.a.)’a, şeytanı tuttuğun an ile ilgili kıssanı bana haber ver! (anlat)” dedim. 0:-“Rasûlüllah (s.a.v.) hazretleri, beni Müslümanların sadakalarının üzerine (bekçi) tayin etmişti. Hurmaları bir odaya koymuştum. Fakat hurmalarda noksanlık gördüm. Gidip bunu Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine haber verdim. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri bana:-“Bu şeytândır, onlardan alıyor,” dedi.Hurmaların olduğu odaya girdim, kapıyı kilitledim, bekleyeme başladım. Büyük bîr karanlık geldi. Ortalığı kapladı. Sonra başka bir surete büründü. Kapının aralıklarından içeriye girdi. Ben gömleğimi üzerime şiddetli bir şekilde örttüm. 0 hurmaları yemeye başlayınca hemen üzerine sıçradım. Onu yakaladım. Ellerimi üzerine koydum. Ve:-“Ey Allah’ın düşmanı!” dedim. 0:-“Beni bırak! Ben yaşlı ve bir çok aile (külfet ve çocuk) sahi¬biyim! Fakirim! Nusaybin cinlerindenim! Sahibiniz gönderilmeden önce bu şehir bizimdi. Sahibiniz (Peygamberiniz) gönderildikten sonra biz bu şehirden çıkarıldık. Benim yakamı bırak! Bir daha asla gelmeyeceğimi” diye yalvardı. Ben de yakasını bıraktım.Bunun üzerine Cebrail Aleyhisselâm gelip olup bitenleri. Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine haber verdi.Efendimiz (s.a.v.) namazı kıldı. Beni çağırdılar. Huzuruna çıktım. Bana: esirine ne yaptın?” diye sordu.Ben de olup bitenleri ona haber verdim. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular: “O mutlaka geri dönecektir!“(Muaz bin Cebel hazretleri) buyurdular:-“Hurmaların olduğu odaya girdim. Üzerime kapıyı kilitledim. Şeytan yine geldi. Kapının yarıklarından içeriye girdi. Hurmadan yemeye başladı. Birinci defa yaptığını yine yaptım (üzerine atlayıp hemen yakaladım). Şeytan:-“Beni serbest bırak, bir daha gelmeyeceğim!” dedi. Ben de:-“Ey Allah’ın düşmanı! Sen daha önce bana elbette gelmeyeceğim demedin mi?” dedim. O:-“Elbette geri dönmeyeceğimi Bunun alâmeti sizden ,birinizin Bakara sûresinin son iki âyetini okuduğu zaman, bizden (şeytanlardan) hiçbiri o gece onun evine giremez!” dedi.

Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan Tefsiri: 3/286.

Fotoğraf: Bakara Suresi Sihre Mânidir..  Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin bir hadis-i şeriflerinde: “İçinde Bakara’nın zikredildiği sûre, Kur’ân-i Kerîmin fustâtı dır. Yani Kur’ân-ı Kerîmin büyük şehridir. Onu öğnenin (öğretin). Çünkü o sûreyi öğrenmek berekettir. Terki ise hasrettir. Bâtıl kişiler buna güç yetiremezler.” Efendimiz (s.a.v.)’e soruldu: -“Bâtıl kişiler, kimlerdir?” Aleyhisselâm buyurdular: -“Sihirbazlardır!“ Yâni bâtıl kişiler, bu âyetleri okuyanlara sihir yapmaya güç yetiremezler, demektir.  Şeytâna Mânidir  Başka bir hadis-i şerifte buyuruldu: “Bir evde üç gece okunursa oraya şeytan yaklaşamaz. Muâz (r.a.) Bakara sûresini hatmettiği zaman: “Âmin” derdi.  Şeytanı Yakalama Kıssası  Ebû’l-Esiem ed-Deylemî buyurdular:-“Muaz bin Cebel (r.a.)’a, şeytanı tuttuğun an ile ilgili kıssanı bana haber ver! (anlat)” dedim. 0:-“Rasûlüllah (s.a.v.) hazretleri, beni Müslümanların sadakalarının üzerine (bekçi) tayin etmişti. Hurmaları bir odaya koymuştum. Fakat hurmalarda noksanlık gördüm. Gidip bunu Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine haber verdim. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri bana:-“Bu şeytândır, onlardan alıyor,” dedi.Hurmaların olduğu odaya girdim, kapıyı kilitledim, bekleyeme başladım. Büyük bîr karanlık geldi. Ortalığı kapladı. Sonra başka bir surete büründü. Kapının aralıklarından içeriye girdi. Ben gömleğimi üzerime şiddetli bir şekilde örttüm. 0 hurmaları yemeye başlayınca hemen üzerine sıçradım. Onu yakaladım. Ellerimi üzerine koydum. Ve:-“Ey Allah’ın düşmanı!” dedim. 0:-“Beni bırak! Ben yaşlı ve bir çok aile (külfet ve çocuk) sahi¬biyim! Fakirim! Nusaybin cinlerindenim! Sahibiniz gönderilmeden önce bu şehir bizimdi. Sahibiniz (Peygamberiniz) gönderildikten sonra biz bu şehirden çıkarıldık. Benim yakamı bırak! Bir daha asla gelmeyeceğimi” diye yalvardı. Ben de yakasını bıraktım.Bunun üzerine Cebrail Aleyhisselâm gelip olup bitenleri. Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine haber verdi.Efendimiz (s.a.v.) namazı kıldı. Beni çağırdılar. Huzuruna çıktım. Bana: esirine ne yaptın?” diye sordu.Ben de olup bitenleri ona haber verdim. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular: “O mutlaka geri dönecektir!“(Muaz bin Cebel hazretleri) buyurdular:-“Hurmaların olduğu odaya girdim. Üzerime kapıyı kilitledim. Şeytan yine geldi. Kapının yarıklarından içeriye girdi. Hurmadan yemeye başladı. Birinci defa yaptığını yine yaptım (üzerine atlayıp hemen yakaladım). Şeytan:-“Beni serbest bırak, bir daha gelmeyeceğim!” dedi. Ben de:-“Ey Allah’ın düşmanı! Sen daha önce bana elbette gelmeyeceğim demedin mi?” dedim. O:-“Elbette geri dönmeyeceğimi Bunun alâmeti sizden ,birinizin Bakara sûresinin son iki âyetini okuduğu zaman, bizden (şeytanlardan) hiçbiri o gece onun evine giremez!” dedi.  Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan Tefsiri: 3/286.  https://yukarikayalar.wordpress.com/category/cinler-hakkinda/ .

RUHUL BEYAN TEFSİRİ (تفسير روح البيان)

Hiç yorum yok:


Bu kıymetli eseri yazarı Şeyh İsmail Hakkı Bursevi Hazretleridir. Büyük keşif ve kerametler sahibi bir velidir. 1650-1725 yılları arasında yaşamış Bursa'da vefat etmiştir. Her biri ortalama 200 sahife olan 106 kıymetli eserin yazarı büyük bir alimdir. İsmail Hakkı Hazretleri bu tefsiri yazmasının sebebini şöyle anlatıyor: "Manevi babam Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin yardım ve delaleti ile bir gün rüyamda Rasülüllah Efendimiz bana ikramda bulundular. Arkamı sığayıp tatlı bir ifade ile Ümmetim için bir tefsir yaz " diye emir buyurdular. Bunun üzerine Allahü Teala'dan Ve Rasülüllah Efendimizin ruhaniyetinden yardım isteyerek bu tefsiri yazdım. İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri bu kıymetli tefsirini Bursa Ulu cami kürsüsünden Cemaate anlatarak 23 senede tamamlamıştır.
Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kurân; Yüce Kitabın özünü anlamak ve gereğini yaşamak için ilmek ilmek dokunmuş müstesnabir tefsir... Çünkü onu, İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri Ulu Camii kürsüsünde verdiği vaazlarla oluşturdu. Onu, tefsirler içinde müstesna mevkie taşıyan husûsiyeti; satırlara yazılmadan evvel, kürsüden mü'min gönüllere arz edilmiş olmasındadır. Ki onda rivayet ve dirayet metodları; gönül sultanlarının ruhlara haya bahşeden işari/tasavvufî yorumlarıyla zenginleştirildi. Ve Rûhu'l-Beyân bu özelliğiyle sahasında temayüz etti. Tefsirler içinde her zaman hususi bir mevkii oldu. Aksiyonerliği ve riyazata önem veren kişiliğiyle gönülller mimarı nitelemesini hak eden İsmail Hakkı Bursevî'nin bu kıymetli eseri; 23 yıl gibi bir zamanda vucûda getirdi. Âyet-i kerimeleri ayetlerle ve hadîs-i şeriflerle açıkladı. Allah dostlarının ibretli menâkıbıyla ve şiirlerle süsledi. Okuyup tetkik ettiği rivayet tefsirlerinden bir kuyumcu titizliğiyle tercihlerde bulundu. O suryei, o ayeti Muhammed Ümmeti layıkınca anlasın, gereğince amel etmenin sevdası içine doğsun diye gayret etti. Kur'ân-ı Kerim'e severek sahiplenmenin yolunu adım adım işledi. Eserleri asırlarca okunan söz ustalarının dirayet metodunda ortaya koyduklarını inceledi. Bütün bunları Mü'min gönülleri ihya edecek evliya menakıbıyla besledi. Şiirin doyumsuz akışında gizli özün özü kelimelerle tezyin etti. Ve böylece sahasında yektâ olan Rûhu'l-Beyân'ı inşa etti. .
ARAPÇA
  1. Cilt 1: 506 Sayfa - Oku / İndir
  2. Cilt 2: 532 Sayfa - Oku / İndir
  3. Cilt 3: 698 Sayfa - Oku / İndir
  4. Cilt 4: 568 Sayfa - Oku / İndir
  5. Cilt 5: 614 Sayfa - Oku / İndir
  6. Cilt 6: 508 Sayfa - Oku / İndir
  7. Cilt 7: 508 Sayfa - Oku / İndir
  8. Cilt 8: 534 Sayfa - Oku / İndir
  9. Cilt 9: 626 Sayfa - Oku / İndir
  10. Cilt 10: 558 Sayfa - Oku / İndir
Toplam Sayfa sayısı (Kapaklarla Birlikte): 5652
TÜRKÇE

Tafsir Ruh al-Bayan (تفسير روح البيان)

Author: Ismail Haqqi al-Barousawi (died 1127 AH) شيخ اسماعيل حقي البرسوي
Language: Arabic

Tafsir Ruh al-Bayan is one of the famous Sufi Tafsirs of Quran, popular in Sunni scholars and often quoted from. Arabic version contains 10 volumes. It has also been translated in Urdu by Mufti Faiz Ahmed Owaisi.
The author Sheikh Ismail Haqqi was a great sheikh of Naqshbandi Mujaddidi order and belonged to the Khalidi branch of this order. One of his Turkish books has been translated into English with the name "kernel of kernels".
  1. Volume 1: 506 pages - Read Download
  2. Volume 2: 532 pages - Read Download
  3. Volume 3: 698 pages - Read Download
  4. Volume 4: 568 pages - Read Download
  5. Volume 5: 614 pages - Read Download
  6. Volume 6: 508 pages - Read Download
  7. Volume 7: 508 pages - Read Download
  8. Volume 8: 534 pages - Read Download
  9. Volume 9: 626 pages - Read Download
  10. Volume 10: 558 pages - Read Download
Total Pages (including covers): 5652



Bazı Meyveler Ve Sebzelerin Faydaları

Hiç yorum yok:


İncir,hurma,kuru üzüm ve keçi boynuzu gibi meyveler digerlerine göre midede fazla kaldıklarından insanı tok tutar ve besleyicidir.

Armut yeterince yenirse bagırsakları yumuşatır.Sert armut pişirilip ( haşlanıp ) yenilebilir.

Olgun elma, yemek üzerine yeteri kadar yendiginde hazıma yardımcı olur. Elmayı yemekten evvel yemek daha faydalıdır.

Erigin tatlı olanları bagırsakları yumuşatır, ham erigin fazlası mideyi bozar. Mayhoş erigin hoşafı mide ve bagırsaklara iyi gelir.

Şeftali, kabugu soyulmadan yenmelidir.Fazla yenmesi zararlıdır.

Ayva ishali keser,mideye faydalıdır.

Kızılcık iştah açar.

İncir fazla yenırse bagırsakları bozar.Nemli yerlerde tutulan kuru incirin üzeri un-kepek gibi beyazlanırsa yenmesi zararlıdır.

Demirhindi bagırsakları çalıştırıp ateşi düşürür.

Kara dutun olgunu bagırsakları yumuşatır.

Hunnab ( çigde ) kurusu kaynatılırsa gögüs agrılarına yararlıdır.Bagırsak ve mide rahatsızlıklarına iyi gelir.

Ekşi nar şurubu harareti giderir, serinlik verir. Ekşi ve tatlı narı sıkıp suyunu içmek daha faydalıdır.İçindeki sarı perdeleride yemelidir.

Portakalın agızda bir süre tutulması harareti azaltır. Suyuna seker katılarak içilmesi harareti ve agız kurulugunu giderir.

İyi cins kavun-karpuz yaz mevsiminde yenirse vücudu serin tutar,sakinleştirir. Fazla yenirse şişkinlik verip rahatsız eder.

Salatalık vücüdü serinletip yumuşatır.Mevsiminde salatası serinlik verir,iştah açar.

Mısırın hazımı güçtür,Mideyi yordugu için çok yenilmesi şişkinlik ve rahatsızlık verir.

Yemeklerden önce kahve içilmesi hazma yardımcı olur.

Çay idrar sötürücü,mideyi uyarıcı oldugu için,yemeklerden sonra içilmesi hazma yararlıdır.Kahveye göre daha çok tercih edilir.Aşırı içilmesi tansiyonu yükseltir.

Kaynak: Fazilet Takvimi – 10 mayıs – 2009

https://yukarikayalar.wordpress.com/2010/12/

Fotoğraf: Bazı Meyveler Ve Sebzelerin Faydaları  İncir,hurma,kuru üzüm ve keçi boynuzu gibi meyveler digerlerine göre midede fazla kaldıklarından insanı tok tutar ve besleyicidir.  Armut yeterince yenirse bagırsakları yumuşatır.Sert armut pişirilip ( haşlanıp ) yenilebilir.  Olgun elma, yemek üzerine yeteri kadar yendiginde hazıma yardımcı olur. Elmayı yemekten evvel yemek daha faydalıdır.  Erigin tatlı olanları bagırsakları yumuşatır, ham erigin fazlası mideyi bozar. Mayhoş erigin hoşafı mide ve bagırsaklara iyi gelir.  Şeftali, kabugu soyulmadan yenmelidir.Fazla yenmesi zararlıdır.  Ayva ishali keser,mideye faydalıdır.  Kızılcık iştah açar.  İncir fazla yenırse bagırsakları bozar.Nemli yerlerde tutulan kuru incirin üzeri  un-kepek gibi beyazlanırsa yenmesi zararlıdır.  Demirhindi bagırsakları çalıştırıp ateşi düşürür.  Kara dutun olgunu bagırsakları yumuşatır.  Hunnab ( çigde ) kurusu kaynatılırsa gögüs agrılarına yararlıdır.Bagırsak ve mide rahatsızlıklarına iyi gelir.  Ekşi nar şurubu harareti giderir, serinlik verir. Ekşi ve tatlı narı sıkıp suyunu içmek daha faydalıdır.İçindeki sarı perdeleride yemelidir.  Portakalın agızda bir süre tutulması harareti azaltır. Suyuna seker katılarak içilmesi harareti ve agız kurulugunu giderir.  İyi cins kavun-karpuz yaz mevsiminde yenirse vücudu serin tutar,sakinleştirir. Fazla yenirse şişkinlik verip rahatsız eder.  Salatalık vücüdü serinletip yumuşatır.Mevsiminde salatası serinlik verir,iştah açar.  Mısırın hazımı güçtür,Mideyi yordugu için çok yenilmesi şişkinlik ve rahatsızlık verir.  Yemeklerden önce kahve içilmesi hazma yardımcı olur.  Çay idrar sötürücü,mideyi uyarıcı oldugu için,yemeklerden sonra içilmesi hazma yararlıdır.Kahveye göre daha çok tercih edilir.Aşırı içilmesi tansiyonu yükseltir.  Kaynak: Fazilet Takvimi – 10 mayıs – 2009  https://yukarikayalar.wordpress.com/2010/12/ .

H.z Allah Kullarını Nasıl Razı Edecektir ?

Hiç yorum yok:


Allâhü Teâlâ hazretlerinin kullarını râzî edeceğini Efendimiz (s.a.v.) hazretleri şöyle beyân ettiler:

Enes (r.a.) hazretleri buyurdular:
-“Biz Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin huzurunda oturuyorduk. Gördük, Efendimiz
(s.a.v.) hazretleri tebessüm etti. Hatta dişleri bile göründü.
Hazret-i Ömer (r.a.) sordular:
-“Seni güldüren nedir ya Rasülallah !“

Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
-“Ümmetimden iki kişi. Rabbü’l-lzzetin huzurunda diz çöktürülmüş bir halde hesâb
veriyorlardı. Onlardan biri:
-“Ya Rabbi! Bu kardeşimden benim hakkımı al!” dedi.
Allâh’ü Teâlâ hazretleri:
-“Kardeşinin hakkını ver!” dedi. 0:
-“Ya Rabbi! Benim hasenat ve sevâblanmdan bir şey kalmadı!” dedi.
Allâh’ü Teâlâ
hazretleri, talibe (hakkını arayan kişiye):
-“Nasıl yapalım? Onun hasenat ve sevâblanndan bir şey kalmadı!” dedi.
O kişi:
-“Ya Rabbi! Benim günahlarımı üstlensin!” dedi.

(Enes r.a.) buyurdular: (Bunun üzerine) Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
Efendimiz (s.a.v.) hazretleri sesli ağladı.

Sonra Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
-“Bu o büyük gün içindir. O gün kişi, kendisinden günahını yüklenecek birine
muhtaç olur!”
Hakkını taleb eden kişiye, Allâh’ü Teâlâ hazretleri buyurur:
-“Başını kaldır! Cennetlere bak!“
O kişi, başını kaldırır ve der ki:
-“Ya Rabbi! Gümüşten şehirler ve altından saraylar görüyorum. İncilerle donatılıp
süslendirilmişler! Ya Rabbi! Bunlar hangi peygamberindir? Hangi sıddîkındır? Hangi şehidindir?“
Allâh’ü Teâlâ hazretleri, buyurdu:
-“Kim ücretini verirse onundur!” Adam sordu:
-“Ya Rabbi! Bunların ücretini vermeye kimin gücü yeter?” dedi.
Allah buyurdu:
-“Sen!” Adam:
-“Ne ile?” dedi. Allâh’ü Teâlâ hazretleri buyurdular:
-“Kardeşini affetmekle...!”
-“Ya Rabbi! Kardeşimi affettim!” dedim.
Allâh’ü Teâlâ hazretleri buyurdu:
-“Kardeşinin elinden tut; onunla cennette gir!“
Sonra Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
-“Allah’tan korkun! Ittikâ edin! Kardeşlerinizin arasını düzeltin!
Muhakkak’ki Allâh’ü Teâlâ hazretleri, kıyamet günü mü’minlerin arasını İslah edip düzeltecektir.“

Kaynak : Kenzü’l-Ummâl: 8873

Fotoğraf: H.z Allah Kullarını Nasıl Razı Edecektir ?  Allâhü Teâlâ hazretlerinin kullarını râzî edeceğini Efendimiz (s.a.v.) hazretleri şöyle beyân ettiler:  Enes (r.a.) hazretleri buyurdular: -“Biz Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin huzurunda oturuyorduk. Gördük, Efendimiz (s.a.v.) hazretleri tebessüm etti. Hatta dişleri bile göründü. Hazret-i Ömer (r.a.) sordular: -“Seni güldüren nedir ya Rasülallah !“  Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular: -“Ümmetimden iki kişi. Rabbü’l-lzzetin huzurunda diz çöktürülmüş bir halde hesâb veriyorlardı. Onlardan biri: -“Ya Rabbi! Bu kardeşimden benim hakkımı al!” dedi. Allâh’ü Teâlâ hazretleri: -“Kardeşinin hakkını ver!” dedi. 0: -“Ya Rabbi! Benim hasenat ve sevâblanmdan bir şey kalmadı!” dedi. Allâh’ü Teâlâ hazretleri, talibe (hakkını arayan kişiye): -“Nasıl yapalım? Onun hasenat ve sevâblanndan bir şey kalmadı!” dedi. O kişi: -“Ya Rabbi! Benim günahlarımı üstlensin!” dedi.  (Enes r.a.) buyurdular: (Bunun üzerine) Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri sesli ağladı.  Sonra Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular: -“Bu o büyük gün içindir. O gün kişi, kendisinden günahını yüklenecek birine muhtaç olur!” Hakkını taleb eden kişiye, Allâh’ü Teâlâ hazretleri buyurur: -“Başını kaldır! Cennetlere bak!“ O kişi, başını kaldırır ve der ki: -“Ya Rabbi! Gümüşten şehirler ve altından saraylar görüyorum. İncilerle donatılıp süslendirilmişler! Ya Rabbi! Bunlar hangi peygamberindir? Hangi sıddîkındır? Hangi şehidindir?“ Allâh’ü Teâlâ hazretleri, buyurdu: -“Kim ücretini verirse onundur!” Adam sordu: -“Ya Rabbi! Bunların ücretini vermeye kimin gücü yeter?” dedi. Allah buyurdu: -“Sen!” Adam: -“Ne ile?” dedi. Allâh’ü Teâlâ hazretleri buyurdular: -“Kardeşini affetmekle...!” -“Ya Rabbi! Kardeşimi affettim!” dedim. Allâh’ü Teâlâ hazretleri buyurdu: -“Kardeşinin elinden tut; onunla cennette gir!“ Sonra Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular: -“Allah’tan korkun! Ittikâ edin! Kardeşlerinizin arasını düzeltin!  Muhakkak’ki Allâh’ü Teâlâ hazretleri, kıyamet günü mü’minlerin arasını İslah edip düzeltecektir.“  Kaynak : Kenzü’l-Ummâl: 8873  https://yukarikayalar.wordpress.com/2014/04/page/4/  ,

Müslümana Sen Müslüman Değilsin Demeyin.

Hiç yorum yok:


Ey o bütün iymân edenler! Allah yolunda adım attığınız vakit iyi anlayın, dinleyin; size İslâm selâmı veren kimseye dünya hayatının geçici metâına göz dikerek- “Sen mü’min değilsin.” demeyin. Allah yanında çok ganimetler var… Önce siz de öyle idiniz. Allah kerem buyurdu da, sizleri iymân ile tanıttı. Onun için iyi anlayın, dinleyin. Muhakkak ki Allah, ne yaparsanız habîr bulunuyor. [Nisâ Suresi; Ayet 94]

Bu âyet-i kerime, Mirdâs bin Nehîk (r.a.)’ın durumu hakkında nazil oldu. Fedek ehlindendi. Müslüman olmuştu. Kavminin içinde ondan gayri iman eden kimse yoktu. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, onun kabilesine bir seriyye gönderdi. Seriyyenin üzerinde de (komutan olarak.) Gâlib bin Fudâle el-Leysî (r.a.) vardı. Seriyye onlara ulaşınca; hepsi kaçtılar. Mirdâs (r.a.) Müslüman oluşuna güvenerek yalnız olarak orada kaldı. Seriyye Fedek’e ulaşınca tekbir getirdiler. Mirdas (r.a.)’da onlarla beraber tekbir getirdi. Mirdas (r.a.) bir dağın dolambacındaydı, beraberinde koyunları vardı. Mirdâs (r.a.) (büyük bir sevinçle sahabelerden meydana gelen) Seriyyenin yanına indi. Ve;
-“Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed (s.a.v.) Allah’ın Rasûlüdür!” Esselâmü aleyküm!” dedi.
Fakat, Usâme bin Zeyd (r.a.) hemen onu öldürdü. Mirdas (r.a.)’ın koyunlarını önlerine katıp sürüp götürdü.

Durumu Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine haber verdiler. E-fendimiz (s.a.v.) hazretleri, çok şiddetli bir şekilde kızdı. Ve buyurdu:
-“Siz, onun beraberinde bulunanları (mal ve koyunlarını) dileyerek öldürdünüz. Halbuki o:
Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed (s.a.v.) Allah’ın Rasûlüdürî Diyordu. (Öyle mi?)”
Usâm bin Zeyd (r.a.):
-“O (Mirdas bin Nehik r.a.) diliyle tevhid kelimesini söyledi. Kalbiyle söylemedi!” diye kendisini savundu. Başka bir rivayette ise;
-“Silâh’tan korktuğu için tevhid kelimesini söyledi!” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) hazretleri,
-“Kalbini açıp baktın mı? Doğru mu söylüyor, yoksa yalancı mı?” buyurdular.

Sonra Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, şu âyet-i kerimeyi Üsâme bin Zeyd (r.a.)’a okudu:
Ey o bütün iymân edenler! Allah yolunda adım attığınız vakit, iyi anlayın, dinleyin; size İslâm selâmı veren kimseye dünya hayatının geçici metâma göz dikerek- “Sen mü’min değilsin.” demeyin. Allah yanında çok ganimetler var… Önce siz de öyle idiniz. Allah kerem buyurdu da, sizleri iymân ile tanıttı. Onun için iyi anlayın, dinleyin. Muhakkak ki Allah, ne yaparsanız habîr bulunuyor.”

Bunun üzerine Üsâme bin Zeyd:
-“Ya Resûlellah (s.a.v.)! Benim için istiğfar et! (Bağışlanmam için dua et!) dedi. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
-“Lâ ilahe ifiallâh-Allahtan başka ilâh yoktur! (Kelimesiyle) beraber nasıl? (onu öldürdün?)” dedi.
Üsâme bin Zeyd (r.a.) buyurdular:
-“Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, “Lâ ilahe iliallâh-Allahtan başka ilâh yoktur! (Kelimesiyle) beraber nasıl? (onu öldürdün?)” cümlesini öyle tekrarladı ki hiç durmadı. Hatta ben, daha Önce değil de bu anda Müslüman olmayı istedim. Sonra Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, benim için istiğfar edip bağışlamamı diledi. Ve Bana;
1- Koyunları iade etmemi,
2- Mü’min bir köle azâd etmemi emretti.

Sahih-i Müslim: 140, EbÛ Davud: 2272,
Fotoğraf: Müslümana Sen Müslüman Değilsin Demeyin.  Ey o bütün iymân edenler! Allah yolunda adım attığınız vakit iyi anlayın, dinleyin; size İslâm selâmı veren kimseye dünya hayatının geçici metâına göz dikerek- “Sen mü’min değilsin.” demeyin. Allah yanında çok ganimetler var… Önce siz de öyle idiniz. Allah kerem buyurdu da, sizleri iymân ile tanıttı. Onun için iyi anlayın, dinleyin. Muhakkak ki Allah, ne yaparsanız habîr bulunuyor. [Nisâ Suresi; Ayet 94]  Bu âyet-i kerime, Mirdâs bin Nehîk (r.a.)’ın durumu hakkında nazil oldu. Fedek ehlindendi. Müslüman olmuştu. Kavminin içinde ondan gayri iman eden kimse yoktu. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, onun kabilesine bir seriyye gönderdi. Seriyyenin üzerinde de (komutan olarak.) Gâlib bin Fudâle el-Leysî (r.a.) vardı. Seriyye onlara ulaşınca; hepsi kaçtılar. Mirdâs (r.a.) Müslüman oluşuna güvenerek yalnız olarak orada kaldı. Seriyye Fedek’e ulaşınca tekbir getirdiler. Mirdas (r.a.)’da onlarla beraber tekbir getirdi. Mirdas (r.a.) bir dağın dolambacındaydı, beraberinde koyunları vardı. Mirdâs (r.a.) (büyük bir sevinçle sahabelerden meydana gelen) Seriyyenin yanına indi. Ve; -“Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed (s.a.v.) Allah’ın Rasûlüdür!” Esselâmü aleyküm!” dedi. Fakat, Usâme bin Zeyd (r.a.) hemen onu öldürdü. Mirdas (r.a.)’ın koyunlarını önlerine katıp sürüp götürdü.  Durumu Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine haber verdiler. E-fendimiz (s.a.v.) hazretleri, çok şiddetli bir şekilde kızdı. Ve buyurdu: -“Siz, onun beraberinde bulunanları (mal ve koyunlarını) dileyerek öldürdünüz. Halbuki o: Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed (s.a.v.) Allah’ın Rasûlüdürî Diyordu. (Öyle mi?)” Usâm bin Zeyd (r.a.): -“O (Mirdas bin Nehik r.a.) diliyle tevhid kelimesini söyledi. Kalbiyle söylemedi!” diye kendisini savundu. Başka bir rivayette ise; -“Silâh’tan korktuğu için tevhid kelimesini söyledi!” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, -“Kalbini açıp baktın mı? Doğru mu söylüyor, yoksa yalancı mı?” buyurdular.  Sonra Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, şu âyet-i kerimeyi Üsâme bin Zeyd (r.a.)’a okudu: Ey o bütün iymân edenler! Allah yolunda adım attığınız vakit, iyi anlayın, dinleyin; size İslâm selâmı veren kimseye dünya hayatının geçici metâma göz dikerek- “Sen mü’min değilsin.” demeyin. Allah yanında çok ganimetler var… Önce siz de öyle idiniz. Allah kerem buyurdu da, sizleri iymân ile tanıttı. Onun için iyi anlayın, dinleyin. Muhakkak ki Allah, ne yaparsanız habîr bulunuyor.”  Bunun üzerine Üsâme bin Zeyd: -“Ya Resûlellah (s.a.v.)! Benim için istiğfar et! (Bağışlanmam için dua et!) dedi. Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular: -“Lâ ilahe ifiallâh-Allahtan başka ilâh yoktur! (Kelimesiyle) beraber nasıl? (onu öldürdün?)” dedi. Üsâme bin Zeyd (r.a.) buyurdular: -“Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, “Lâ ilahe iliallâh-Allahtan başka ilâh yoktur! (Kelimesiyle) beraber nasıl? (onu öldürdün?)” cümlesini öyle tekrarladı ki hiç durmadı. Hatta ben, daha Önce değil de bu anda Müslüman olmayı istedim. Sonra Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, benim için istiğfar edip bağışlamamı diledi. Ve Bana; 1- Koyunları iade etmemi, 2- Mü’min bir köle azâd etmemi emretti.  Sahih-i Müslim: 140, EbÛ Davud: 2272,  https://yukarikayalar.wordpress.com/2014/04/page/3/



 
back to top